i want to stay your house

259 32 6
                                    

× Celine Dion / Lovers never die x

15 / Part 1

Babamın pes etmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden ondan önce davrandım. Telefon konuşmamız biter bitmez Matt'i Kore'ye göndermesi zaten beklediğim bir şeydi ancak eğer ona yakalanırsam kaçışımın olmayacağını da biliyordum.

Matt'in evde olmadığımı fark etmesi uzun sürmezdi, apartmanımın önünün tonla adam kaynadığını tahmin edebiliyordum. Kaçış planım için bir rota oluşturmamıştım ve şu anda deli gibi Seul sokaklarında koşturuyordum. Kendimi polisten kaçan bir suçlu gibi hissediyordum.

Bugün Yuk hei'yle son seansım vardı ancak kliniğe gidersem Matt beni kesin orada bulurdu. Hem zaten babamdan kaçmıyor olsaydım bile bugünkü seansa gitmeyi düşünmüyordum. Duygularımın farkına vardığım andan itibaren ondan kaçıyordum.
Hayatımda kaçmadığım insan kalmamıştı galiba.

Apartmandan iyice uzaklaştıktan sonra metroya binmeyi düşündüm. Saklanacak tek bir yerim vardı.

Joon Seo..

Onu, en son Yuk hei'yle beraber evinden ayrıldığımdan beri görmüyordum. Beni aramamıştı. Sanırım gerçekten de Yuk hei'nin sevgilim olduğunu düşünmüş ve aradan çekilmek istemişti. Joon Seo'ya ümit vermek en son istediğim şeydi ama şu durumda onun evinden başka saklanabileceğim hiçbir yer yoktu. Biraz yüzsüzlük yapmak zorundaydım.

İstasyona girdim ve kartımı okuttuktan sonra biraz bekleyerek metroya bindim. Joon Seo, Hongik durağının yakınlarında oturuyordu. Durağa ulaştığımda metrodan indim ve istasyondan hızlıca ayrıldım. Geniş caddeden vızır vızır geçen arabaların arasından, belli olan taksilerden birini yakalama telaşına girdim. İlk gelen taksiye binerek Joon Seo'nun evini tarif ettim. Şoför  adresi tarif etmeyi bitirmemi bekledi ve sonrasında klişe cümleyi duydum.

"Koreceniz ne kadar iyi, yabancısınız galiba?"

Kendi arabam olduğu için, taksi pek kullanmasam da taksiye bindiğimde bu cümleyle her zaman karşılaşırdım. Gülümseyerek karşılık verdim.

"Evet yabancıyım.."

Joon Seo'nun oturduğu apartmana geldiğimizde ücreti ödeyerek arabadan çıktım. Kaçarken yanıma sadece bir miktar para ve telefonumu almayı akıl edebilimiştim. Bir kaçak edasıyla sokağı kontrol ettim ve apartmana girdim.

Buraya kadar Matt'ten kaçmayı başarmıştım, şimdi endişelenmem gereken başka bir sorunum vardı. Joon Seo beni evine alır mıydı? Aramadan gelmişim ve evde olmama ihtimali bile vardı.

Asansöre bindiğimde koşmaktan dağılmış saçlarımı düzene soktum. O an bu asi kızıl tutamları toplamadığıma pişman olmuştum çünkü süpürge gibi olmuşlardı. Asansör bastığım katta durduğunda aynada kendime bakmayı bırakarak indim.

Umarım evdesindir Joon Seo..

Dairesinin kapısının önünde durduğumda tereddütle elimi zile götürdüm. Zile basıp beklemeye başladım. Bugün pazartesiydi ve neredeyse öğlen olmak üzereydi. Joon Seo'nun kendine ait bir resim atölyesi vardı, bu saatlerde öğle yemeği için genelde eve uğradı. Zile basmamın üzerinden neredeyse bir dakika geçtiğinde endişeyle alt dudağımı ısırıp bacağımı sallamaya başladım. Eğer evde değilse son şansımı da kaybetmiş olacaktım ve babamın istediği gibi İngiltere'ye dönecektim.

Lütfen...

Çaresizce Joon Seo'nun kapıyı açmasını bekliyordum ama içeriden hiçbir ses gelmemesi ve kapının da açılmaması üzerine hüzünle başımı eğdim. Omuzlarım çökmüştü. Mutlaka başka bir yol bulmalıydım. Tam asansöre yönelmişken arkamdaki kapının açıldığını duydum. Hızla kapıya döndüm.

İlk karşılaştığım şey Joon Seo'nun açık kahve, ancak ıslak olduğu için rengi koyulaşan saçlarıydı. Düz bir şekilde pek de kalın olmayan kaşlarına inen saçlarının ardından şaşkın bakışları benim bakışlarımı buldu. Elbette beni burada gördüğüne şaşırmıştı. Onun beni o günden beri bir kere bile aramamasının yanı sıra ben de onu hiç aramamıştım. Bunca senelik arkadaşlığımızı bitirmek istemiyordum, her ne kadar onun bana karşı olan sevgisi benim sevgimden farklı olsa da..

"Hae so...? Burada ne işin var..? "

Durumu nasıl açıklayacaktım bilmiyordum. Ben kem küm ederken onun bakışları üzerimi süzdü. Her zaman düzenli ve tam takır giyinen ben, şimdi basit bir kot pantolon, tişört ve hiç ayağımdan çıkartmadığım topuklularımın yerine spor ayakkabılarımlaydım. Saçlarım uyduruk bir şekilde toplanmıştı ve kuş yuvasından farksızdı.

Gözleri endişeyle gözlerime indi ve endişesini sesine yansıtarak hızlı hızlı sorular sormaya başladı.

"Bir sorun mu var yoksa?!"

"Ah.. Hayır aslında şey..."

Kelimeler yeterli gelmemiş olacak ki çıplak ayaklarıyla koşarak yanıma geldi. Benim için bu kadar endişelendiğini ilk kez fark ediyordum. Daha önce de başımı belaya soktuğumda endişelenirdi ama şimdi...
Gözlerinde gördüğüm korku beni germişti.

"İyiyim...Senden bir iyilik istemek için gelmişim aslında..."

"Ne..? İyilik mi? Neymiş o?"

Konuyu dolandırmanın bir anlamı yoktu. Düşünmeden konuşmak ve sonrasında pişman olmak tam bana göreydi, tam olarak öyle yaptım.

"Birkaç günlüğüne senin evinde kalmalıyım.."

-

15. Saatimizi de tamamladık.
Aslında bu bölümü 1K olmamızın şerefine uzun yazacaktım ancak üçe bölmenin daha doğru olduğunu düşündüm. Bölümün bu kısımları geçiş kısmıydı. Bir sonraki bölümlerde Yuk hei'mizin nihayet atağa geçtiği güzel sahneler göreceğiz :) Sağlıcakla kalın, seviliyorsunuz <3



love me like you do ✙ wong yukheiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin