1. BÖLÜM: TANIŞMA (Kısım 1)

351 109 133
                                    

     Uşağın kapımı çalmasıyla uyansam da gözlerimi açmadım. Birkaç saniye dahi olsa dinlenmek istedim. Gerçi Beatrice ve Aldis kapıdan içeri girdiklerinde bunu yapamayacağımı anlamıştım. Veliaht prens olarak yerine getirmem gereken sorumluluklarım vardı. İkisi aynı anda "Günaydın Lordum," dediklerinde, bunun için ekstra çalışma yapıp yapmadıklarını merak ettim. "Av için silahlarınızı ve atınızı çoktan temizledik," dedi her zamanki soğuk tavrıyla Aldis. Sarayın baş uşağıydı. Küçüklüğümden beri beni izlemiş, yakından takip etmişti. Bir uşak olarak değil bir büyüğüm olarak ona saygı duyuyordum. Yataktan çıkıp vücudumu açtıktan sonra giyinmeme yardım etmesine izin verdim. Av, en keyif aldığım etkinlikti. Saray sorumluluklarından uzak ve ağaçların arasındaydım. Politika düşünmek yerine ana odaklanıyordum. Daha ne isteyebilirdim ki?

        Sarayın dışına çıktığımda şövalyeler hazır beni bekliyordu. Atım Matilda'ya baktım. Asil ve heybetli duruşu ve siyah kılları ile gecenin bir parçası gibi görünüyordu. Yanına gidip başını okşadım. Bu asil duruşuna rağmen sadece birkaç kişi yaklaşabiliyor ve yalnızca benim binmeme izin veriyordu. Sadece onu izlerken bile, onunla gurur duyuyordum. O kesinlikle sadık bir attı. Herkesin hazır olduğuna emin olduktan sonra gurur kaynağıma çıktım. Matilda başta biraz kıpırdanıp kişnedi ama kendisini hemen toparladı. Benim harekete geçmemle bütün şövalyeler peşimden gelmeye başladı.

     "Henüz uyanamamış gibi görünüyorsunuz," diye bağırdı Conrad atın üstünden. Yan tarafıma baktığım zaman yüzünde hınzır bir gülümsemeyle bana meydan okuduğunu gördüm. Benimle bu şekilde konuşabilen tek kişi oydu. Çocukluğumuz birlikte geçmişti. Henüz küçük bir çocuk olarak şövalye eğitimi almaya yeni başladığımız dönemde bile "Sizin sadık askeriniz olacağım" derdi. Atışmalar yaşadığımız zamanlar ise bu cümle "Anlaşılan daha çok çalışmalıyım ki sizin o beceriksiz arkanızı koruyabileyim," şekline bile dönebiliyordu. Meydan okumasına sırıtarak karşılık verdim. Ormanın girişine kadar olacak bir yarış bizi bekliyordu. Dizginleri sıkıca kavrayıp Matilda'ya hızlanmasını söyledim. Matilda sanki dakikalardır bunu bekliyormuş gibi bir anda fırladı. Conrad hemen arkamdan geliyordu, o da hızlanmıştı. Bu yarışlarımızın sonunda olan hep diğer şövalyelere oluyordu. Bize yetişmek için kendilerini zorlamaları gerekiyordu. Yol gittikçe bozulmasına aldırmadan iyice hızlanmıştım. Conrad bir an için bana yetişecek gibi olmuştu. Bu durum Matilda'yı benden daha fazla sinirlendirmişti. Çok gururlu bir kızdı ve asla kaybetmeye tahammül edemezdi. Bir keresinde berabere kaldık diye bir hafta boyunca yanına kimseyi yaklaştırmamıştı; ben dahil. Durum böyle olunca Matilda daha da hızlandı. Rüzgar saçlarımı darmadağın yapıyordu. Bundan rahatsız olmak yerine mutlu oluyordum. Rüzgarı hissetmek, bu şekilde gitmek beni tarif edilemez şekilde keyfe getiriyordu.

     Ormanın girişine geldiğimde durdum. Matilda kişneyerek zaferini ilan ederken Conrad yanımıza geldi. "Akşama kadar beklemek zorunda kalmadığım için çok sevindim," dedim dalga geçerek. "Bu sayede belki empati yeteneği kazanırdınız Lordum," dedi kaybetmeye aldırmaz bir sırıtmayla. Eldivenlerimi ona attım gülerek. Ormana girdiğimiz zaman atın üstünde gidemezdik. En azından başarılı bir av gerçekleştirmek istiyorsak sessiz olmalıydık. Bu yüzden atları girişe bırakacaktık. Bu şekilde bağlandığı için huysuzlanan Matilda'ya bir elma verdim. Yüzüme "Bu kadarı ile beni ikna edeceğini mi sanıyorsun," dercesine bir bakış atınca iki elma daha verdim. Diğer şövalyeler henüz geliyordu. Onlarla iyi anlaşıyor olsak da pek atışma yaptığımız söylenemezdi. Pek konuşmazdık ve sadece emirle hareket ediyor gibi davranırlardı. Yine de iyi anlaştığımıza inanmak istiyordum.

      Yavaşça ormana yürümeye başladık. Dürüst olmak gerekirse, güzel bir geyik av için harika olurdu. Bugün hedefimde bir geyik vardı. Yavaş yavaş ormanın derinliklerine girmeye başlıyorduk. Mümkün olduğunca sessiz olmaya çalışırken etraftan böceklerin ve kuşların sesleri geliyordu sadece. Gelen çıtırtıya dönünce bir tavşan olduğunu görüp hayal kırıklığına uğradım. Ufak bir av götürmek istemiyordum. Uzaktan sesler gelince hemen saklandık. Çalıların ardından kafamı uzattığımda tam olarak istediğim şey karşımda duruyordu. Bizden habersiz otlanan zarif bir geyik. Diğerlerine elimle pusuya yatmalarını işaret ettim. Hiçbir ses çıkartmadığıma emin olarak okumu elime aldım. Okumu tam gerdiğim sırada bir çatırtı geldi ve geyik kafasını kaldırıp koşmaya başladı. Kaçmaması için germiş olduğum oku peşinden yolladım fakat ıskaladım. En azından ben tam öyle düşünürken bir çığlık sesi geldi.

     Gergince Conrad'a baktım. Gelen ses insan sesine benziyordu. Yavaşça sesin geldiği yere doğru ilerledik. Bu ormanda normalde avlanan tek bizlerdik. En azından bu tarafında başka avlanan bir ekip olmamalıydı. Hizmetçilerin gelmesi için çok güvenli bir yer değildi. Bu yüzden buradaki kişi her kimse güvenilir birisi değildi. Ne olur ne olmaz diye kılıcımın kabzasını kavradım. Ağacın arkasında olmalıydı. Tam kılıcımı kabzasından çekerken benim okumla vurulmuş genç kız ağacın arkasından çıktı. Onu gördüğüm anda ne tepki vereceğimi bilemedim.

     O, tamamen farklı görünüyordu. Ok karnına gelmişti ama ok yarasından çıkandan fazla kan vardı üzerinde. Büyük bir kısmı kurumaya başlamıştı. Yüzü solmuş, ölmek üzere gibi görünüyordu. Göz altı iyice kararmış, dudakları kurumuştu. Saçlarının uçları garip bir renge sahipti. Giydiği kıyafetlerse daha da şaşkınlık vericiydi. Erkek gibi giyinmişti. Nasıl bir kız pantolon giyerdi? Paçalarından sıkılmış deniş bir pantolon giymişti ve her tarafında cep var gibi görünüyordu. Üstünde ise sadece bir iç çamaşırı var gibiydi çünkü kolları ve boynu tamamen açıktaydı. Acı çektiği her halinden belli oluyordu. Dağılmış saçları terden ensesine ve boynuna yapışmaya başlamıştı. Garip, ürkütücü görünüşünün yanı sıra çekici bir görüntüsü de vardı. "Onu hemen saraya götürmeliyiz," dedim gözümü kızdan alamadan. Bu lafım şövalyeleri huzursuzlanmasına sebep oldu.

      Ne düşündüklerini tahmin edebiliyordum. "O tuhaf görünüyor. Ya cadıysa?" diye sordu gergince Wade. Oldukça içe dönük bir adam olduğu için bunu söyleyenin o olmasını beklemiyordum açıkçası. Haklı olma ihtimali de vardı üstelik. Yine de cadı değilse, onu bu şekilde burada bırakırsak masum birisini öldürmüş bir katile dönüşürdüm. Gerektiği takdirde savaşta en ön cephede savaşabilirim elbette ama masum insanların kanının elime bulaşmasını istemiyorum. "Cadı değilse masum birisini ölüme terk etmiş olacağız," dedim donuk bir sesle. Bu sırada kız sadece bana bakıyordu. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Sanki bir şeyler demek istiyormuş gibi ağzını açtığı sırada yere yığıldı. Tutmak için hamle yaptığım sırada fısıltıyla "Allard" dediğini duydum. Bu sırada bilinci kapandı. Bu her şeyden daha garipti.

     Halk tabakasından birisi benim görünüşümü bilmiyordu. Henüz prens kimliğimle hiç halkın içine karışmamıştım. Öte yandan soylular beni tanırdı. Bu kız sıradan birisi değildi kesinlikle. Conrad kanamasını yavaşlatmak için okun etrafına kumaş parçası bastırdı. Kızı kucağıma alıp ormanın girişine doğru geri döndüm. "Bugün avda genç kız var anlaşılan," dedi Conrad gergince gülümseyerek. Ortamı yumuşatmaya çalıştığını bilsem de "Conrad!" diye sesimi yükselttim. Aslında esprisi berbat ve komik gelmişti ama kucağımda bilinci kapalı bir yaralı varken gülmek doğru olmaz diye kendimi tuttum. İsmimi söylediğini duyabilecek yakınlıkta duran tek kişi Conrad'dı. Bu yüzden duyup duymadığını merak ediyordum. Fakat bu konuyu konuşmak için uygun bir ortam değildi henüz. Atların yanına geldiğimizde ava Matilda ile geldiğimi hatırladım. Benden başka kimseyi bindirmediği için onu kendi yanıma almam sıkıntı olacaktı. Nasıl yapabileceğimi düşünürken Conrad yanıma geldi. "Lordum, ben alabilirim," dedi kızı kastederek. Başımla onayladım. Daha az sarsıcı olması için önce Conrad'ın binmesini bekledim. Yerleşince yavaşça kızı kucağına verdim. Tam atıma doğru giderken kızın kıyafetini hatırlayıp geri döndüm. Pelerinimi üzerine örttükten sonra Matilda'nın yanına gittim.

      Dönüş yolunda daha sakin gidiyorduk kız sarsılmasın diye. Yine de bir an önce müdahale edilmesi gerektiği için çok yavaş olmamaya da çalışıyorduk. Saraya gidince büyük bir karmaşanın beni beklediğini biliyordum. Fakat bunun yerine kız hakkında endişelenmeyi tercih ettim. Kimdi ve neden bu haldeydi? Beni nasıl tanıyabilirdi?

   Herkese merhabalar! Sonunda ilk bölümü yayınlamış bulunuyorum. Açıkçası kitabın açıklamasına tam olarak ne yazmam gerektiğini bilemedim konu baştan sona belli olduğu halde. Bunun üzerine çalışmalar yapacağım. 

Kitap aslında romantik - fantastik fakat uzun bir süre tarihi kurgu gibi ilerleyeceğiz. Bu süreçte sizlerden yardımlarınızı bekliyorum. Yorumlarınız ile kendimi geliştirmeme ve düzeltmeme yardımcı olacağınızı umuyorum. İlk bölüm nasıldı? Bölümleri haftalık atmayı planlıyorum şimdilik. Herkese keyifli okumalar.

SAKLI KALAN GERÇEKLER [DÜZENLEME AŞAMASINDA]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin