[ The Promised Neverland - Isabella's Lullaby ]
Günlerdir, günlerdir hastane yatağında yatıyordu Jaebeom. Kablolara bağlı bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyordu. Üyeler gözlerini Jaebeom'dan ayırmıyordu. Böyle bir şey beklemiyorlardı. Günler önce, yemek yiyip evlerine dağılırlar diye düşünmüştüler. Ama şimdi hastane koridorunda bitkin bir halde umutsuzca bekliyorlardı.
Jackson çıldırmıştı. Sevgilisini ölüme sürükleyen sürücünün alkollü olduğu için serbest bırakılmasına sinirlenmişti. Doktorların sadece hazırlıklı olun deyişine sinirlenmişti. Kimsenin bir şey yapmamasına sinirlenmişti. Sonunda çıldırmış her yeri dağıtmıştı.
Özel olarak giydiği kıyafetlerle odaya girdiğinde makinenin düzenli sesi kulağına ulaştı. Bu sesi duyduğu her saniye içinde ufak bir huzur oluşuyordu. Makine sesinden mutlu olacağını düşünmemişti, hiçbir zaman hem de. "Ben geldim sevgilim." diye mırıldandı.
Jaebeom'un yanına yerleşti. Jaebeom'un elini elleri arasına alır almaz gözleri doldu. Sevgilisinin eli soğuktu, hem de çok soğuktu. Jaebeom soğuktan nefret ederdi. Üşüdüğünden bebek gibi mızmızlanırdı. Sıcak bir şey arardı. "Üşüyorsun ve sen sesini çıkarmıyorsun. Kıyamet yaklaşıyor olmalı." diye kendi kendi mırıldandı.
Dolu gözleri Jaebeom'un çökmüş yüzünde gezdirdi. Sevgilisinin göz altları mordu, teni soluk, dudakları rengini kaybetmiş ve zayıftı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladığında dizleri üzerine çöktü. "Lütfen, lütfen aç gözlerini." diyerek Jaebeom'un soğuk elinin üzerine minik bir öpücük bıraktı.
"Seni özledim, özledik. Yugyeom ve Youngjae doğru düzgün yemek yemiyor. Mark kapının önünden ayrılmıyor, en son ne zaman uyudu hiç bilmiyorum. Bambam'in de Mark'tan bir farkı yok. Jinyoung üyelerle ilgileniyor. O da çökmüş bir durumda ama belli etmiyor, güçlüymüş gibi davranıyor. Ona destek olmak istesem de yapamıyorum bebeğim. Güçlü davranamıyorum."
Bakışlarını yerden kaldırıp Jaebeom'a dikti. Siyah saçları yastığın üzerine dağılmıştı. Elini Jaebeom'un saçlarına götürdü ve okşadı. "Uzamışlar." diye mırıldandık sonra ayağa kalktı. Jaebeom'un anlına minik bir öpücük bırakıp odadan çıktı. Kimse yoktu koridorda. Sanırım Jinyoung hepsini kantine indirmişti.
Odadan çıkar çıkmaz sırtını duvara yasladı ve yere çöktü. Dizlerini kendine çekerek kafasında ki saç bonesini çıkarıp yere attı. Titreyen dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçtı. Onu orada öyle görmek kendisini çok yıpratmıştı. Sanki her gün ölüp ölüp diriliyordu. Gözlerinden akan yaşlarla göz kapaklarını indirdi.
"Lütfen aç gözlerini artık. Lütfen."
Saçlarını arkaya iterek çekiştirdi. Sesli ağlamak istiyordu. Bütün dünyaya duyurmak istiyordu acısını. Wang Jackson, herkesin o neşeli dediği, gülümsemesi eksik olmayan Wang Jackson'ın da acısı olabildiğini, ağlayabildiğini göstermek istiyordu.
Ama yapamıyordu.
"Neden hala uyanmadın? Uyandığında sana çok kızacağım, beni yalnız bıraktın."
Kendi kendine konuşurken içeride yatan Jaebeom'un yaşam makinesinin düzenli sesi bozuldu. Jackson gözlerini açarak ayağa kalktı ve camın arkasında yatan bedene baktı. Makinenin düzenli sesleri bozulmuştu... Kötüydü bu.
"Doktor! Doktor!" bütün gücüyle bağırdı. Koridorun başında beliren hemşire ile doktorun kendine doğru koşmaya başladığını gördükten sonra bakışlarını Jaebeom'a çevirdi. Her şey sona yaklaşıyordu. Sevdiği adamın ölümünü izlemek, bu kadar kolay mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
real & fake
FanfictionLim Jaebeom ve Wang Jackson'ın hakkında çıkan söylentilerin gerçekliği sorgulanıyordu.