-26-

1K 130 64
                                    

"Elimdeki siyah boya ile sen her güldüğünde; gök kuşağı yaratıyorum..."

Uykuya nerede dalarsanız, ertesi güne orada uyanırsınız. Ancak o gün biraz daha farklıydı benim için. Dün TV karşısında uykuya daldığımdan, annem ve babamın dahi gelip tüm akşam boyunca salonda TV izlediklerini ruhum bile duymamıştı. Uyanmamın sebebi ise, koltukta neredeyse 10 saat boyunca saplanmış olan vücudumun kaskatı kesilmiş olmasıydı. Zorlanarak doğrulduğum koltukta birkaç saniye boyunca yalnızca etrafıma bakındım. Gözlerim aniden duvar saatine takıldığında başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Saat öğlenin ikisiydi ama ben daha yeni uyanmıştım. Bununla kalsa iyi olurdu. O gün Merih, Nisa ve Emre ile kafeye gidip vakit geçirecektik. Üstelik telefonumu da "Uyuz Hakan" aldığından, geldiklerine dair haber veremeyeceklerdi.
Aldım başıma belayı...

Yeni yeni kendimi toparlamıştım ki, mutfaktan gelen tuhaf fısıldaşma sesleri kulağımı kemiriyordu. Alçılı ayağımı yukarıya kaldırıp seke seke mutfağa doğru gittiğimde annem ve babamın konuşmalarına şahit oldum. Kulak misafiri olmayı pek sevmezdim ama annemin konuşmasındaki dikkatimi çeken ilk cümle yüzünden bu işe girişmiştim bile.
"Çocuğumuz iyi, ancak artık dayanamıyoruz. Hem zaten durumumuz da yok. Ona daha iyi bir eğitim sağlamamız gerekiyor. Bu yüzden belki de yurda gitmesi onun için en iyisi olacaktır."

O sözlerini duyduğum gibi oradan uzaklaştım. Tek ayak üstünde zıplayıp odama geçtim. Beni, yurda mı vereceklerdi yani? Sırf daha iyi bir eğitim görebileyim diye, kendi okulumdan mı ayrılacaktım? Bununla da sınırlı olsa keşke! Ailem, arkadaşlarım ve Merih... Onları bırakıp gitmek bile bana fazlasıyla koyar. Düşüncesi dahi üzülmeme neden oluyorsa, bunu hayata geçirmek beni yerle bir eder!
Gözlerimden mani olamadığım yaşlar süzüldüğünde, onun peşini hıçkırıklarım takip etti. Elimden geldiğince, boylu boyunca uzandığım yatağımın üstünde sessizce ağlamaya çalışıyordum. Bunu pek başardım sayılamaz ama en azından uğraşmıştım.

Desibel sınırını aşmayan bir ses tonuyla ağlamaya devam ediyordum ki, odamın kapısı açıldı. Refleks olarak yüzümü dirsek içime sürüp "hiçbir şey olmamış" havası vermeye çalıştım. Ama yine de başarısız olmuştum. İçeriye giren annem ve babam yanıma gelip ağlama sebebimi sordular. Hıçkırıklarıma mani olamayıp "S-siz beni, yurda mı göndereceksiniz?" diye sorduğumda birbirlerine baktılar. Gözlerimdeki yaşlar süzülmeye devam ediyordu ki, annem ve babam kahkaha attılar. Komik bir şey dediğimi düşünmüyordum. Elimin tersiyle yüzümü ıslatan gözyaşlarımı silip, hâlâ gülmeye devam eden aile fertlerime baktım.

Babam saçımı okşadı, " Sen bizim konuşmalarımızı duydun ve buna inandın mı? Kızım, annen geçen hafta arkadaşıyla olduğu konuşmalarını anlatıyordu. Yani, seni yurda falan götürmeyi düşünmüyoruz. Sen de düşünme, çıkar onu aklından." deyip gülmeye devam etti. Yanlış anlaşılma yüzünden sabah sabah ağlamıştım, cidden mi?! Burnumu çekip anneme döndüğümde saçlarını geriye savurdu. "Seni zor durumda kalsak bile yurda bırakmayız Deniz. Bunu asla unutma. Üstelik, arkadaşım kızını yurda bırakma fikrinden de vazgeçti. Yani anlayacağın, kimse yurda falan gitmeyecek." dediğinde içime su serpilmişti. Bu, başkasının başına bile gelmemesi gereken bir olaydı. Eğer gerçekten o kız yurda gönderilseydi, onun için fazlasıyla üzülürdüm.

Yatağımdan kalkıp babamdan salondaki koltuğa dayadığım bastonlarımı getirmesini rica ettim. Omzumu sıvazlayıp odamdan ayrıldı. Annem, yanıma gelip yatağa oturduğu anda yatağın altından tuhaf bir ses geldi.
Düşündüğünüz şeyi yapmadım, cidden.

kiraz çiçeği.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin