-28-

1.2K 134 182
                                    

"Hayat, tuzaklarla dolu bir yoldur ayaklarımızın altında..."

İçimdeki sinir, her geçen saniye biraz daha artıyordu. Niye yapmışlardı veya kim yapmıştı? Bu kadar ileriye kim gidebilirdi? Kafamdaki sorular tek tek yerini almaya devam ediyordu ki, öylece masaya dalıp giden Merih'e baktım. Üzülmüş görünüyordu, bu durumda kim olsa üzülürdü elbette. Güzelim günümüzü berbat etmişti o şahıs. Ama pozitif kalmamız gerekiyordu. Belki de, bunca parayı ödeyecek durumu yoktu ve fazlasıyla karnı acıkmıştı? Bu olanaklıydı elbette. Ama neden etrafta birkaç grup daha varken bize kitlemişti hesabı, aklım ermiyordu.

Gözlerimi yıkılmış vaziyette olan Merih'ten çekip diğerlerine odakladım. Onlar da aynı duyguları yaşıyordu; üzüntü, nefret ve şaşkınlık... Elimi Enes ağabeyin eline koydum. "Senin hep bir fikrin vardır, şimdi de var mı?" diye sorduğumda gözlerini kapattı. "Üzgünüm Deniz, gidip çalışmaya başlayalım." dediğinde anlayışla kafamı salladım.
Yani, hesap zaten kabarıktı ve o kadar paramız da yoktu. Hepimizden 10₺ çıksa bile 92₺'yi tamamlayamazdık. Bu yüzden gönül el vermesede ayaklandık.

Bastonlarıma uzanıp doğruldum, Emre elini uzatarak kalkmama yardım etti. Hepimiz ayakta, oturup sohbet eden, canlı yayın açan ve gülüp şakalaşan gençlere bakıyorduk. Eğer o kişiler olmasaydı, biz de diğerleri gibi iyi ve kaliteli vakit geçirebilecektik.
Merih'in omzuna tutundum dengemi kaybetmemek için. O anda Merih parmaklarını şıklatıp sinsi bakışlarla bize döndü. "Aydınlandım millet! Diyorum ki, hepimiz üzerimizde bulunan parayı verelim. Arta kalan hesabı da bulaşık yıkayıp, garsonluk yaparak geçiririz. En fazla yarım saat sürer zaten." dediğinde gözlerimiz açılmıştı. Bunu niye düşünemedim ki, diye kendimi sorgulasam da sonuç yine aynıydı.

Merih hem çok yakışıklı, hem de çok zeki...

Onun bu mükemmel fikri ile hepimiz büyük bir aydınlanma yaşamıştık. Masaya tekrar bir umutla oturup paraları sökmeye başladık. Annemin evden çıkmadan önce pantolonumun cebine sıkıştırdığı kağıtları saymadan masanın ortasına koydum. Diğerleri de aynı şekilde üzerlerindeki paraları eksiksiz bir vaziyette tamamlamak için tüm ceplerini araştırıyorlardı. Hepimizde buradan kurtulmak için elimizden gelen her şeyi yapma çabası benimsendiğinde, ceplerimiz tamamiyle boşalmıştı. Hatta Emre bunu o kadar benimsemişti ki, cebindeki anahtardan tutun, metal telefon tutacağına kadar her türlü metal eşya mevcuttu cebinde. Bunu masaya boşalttığı eşyalarından anlamak mümkündü elbette.

Hepimiz masanın üzerindeki paralara ve Emre'nin metal eşyalarına bakıyorduk. Enes ağabeyin gözü, onun cebinden çıkan Alaaddin'in Sihirli Lambası'nı andıran ufak bir metal oyuncağa kaymıştı. Masada küçücük bir yer kaplayan lamba biçimli oyuncağı aldı ve Emre'ye göstererek "Yuh yani Emre! Hadi her şeyi geçtim, bunun orada ne işi var? Cin mi çıkaracaksın içinden?" diye sorduğunda söyleyip söylememe arasında tereddütte kalmıştı lambacı Emre.
Kafasını kaşıyarak gülümsedi. "Şey, gelmeden önce kardeşimin oyuncaklarıyla oynuyorduk. Bu metal şey de çok hoşuma gitmişti. Ben de cebime indirdim işte." dediğinde yine içindeki şeytanı dinlediğini anlamıştık.
Derin bir iç çekerek birçok anahtarı içinde barındıran anahtarlığı eline aldı Nisa. Burun kıvırıp Emre'ye döndü. "Bana sakın çilingir işine girdiğini söyleme. Bunca anahtarla hangi kapıları açıyorsun Emre?" diye sorduğunda hafif sırıtmıştım. Gerçekten o anahtarlığın üstünde en az 10-15 tane anahtar vardı. Bunca anahtarla yükünü nasıl kaldırabilmişti o anahtarlık, hâlâ muamma... Emre, Nisa'nın elinden anahtarlığı alıp cebine koydu. Sesini biraz kısarak bize dönüp "Bu anahtarlar önemli, nereye gitsem bu anahtarlıklayım." dediğinde Merih elini alnına götürüp sıvazladı. "Emre ben de seni her gün cebinde paralarla geziyorsun zannediyordum! Meğerse onca sesi çıkaran anahtarlarmış. Şu an psikolojik olarak çöküyorum." deyip burun kıvırdı. Hepimiz onun bu söylediğine kıkırdasakta, gerçekliğe dönüp ciddileşmemiz gerekiyordu.

kiraz çiçeği.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin