"Kalbin onu seçmişse, herkes susmak zorundadır."
Sabahın erken saatleri ile gözlerimi yeni bir güne araladım. Ama beni uyandıran ne güneş ışıklarıydı, ne de her sabah karga gibi ciyaklayan çalar saatimdi. Bugüne beni babam uyandırmıştı, dürterek. Doğruya, o gün günlerden salıydı ve babam evde oluyordu. Erkenden kalkıp beni bile uyandırmayı göze almıştı, iyi adamsın be baba!
Gözlerimi ovuşturarak zorla doğrulduğum yatağımda etrafıma baktım. Nisa yer yatağında yoktu, yer yatağı da yoktu. Seme halimle babama dönüp "Nisa nerede baba?" diye sorduğumda çalışma masamdaki gözlüğümü uzatarak "Tabii, sen bilmiyorsun kızım. Sen karakoldayken dün akşam Nisa'nın annesi ve babası bize biraz oturup Nisa'nın meselesini öğrenmeye gelmişler. Annen de işte, arkadaşının başına gelenleri izah etti. Hülya hanım, olayı yanlış anladıkları için Nisa'dan ve rahatsızlık verdiklerinden ötürü bizden özür dilediler. Kısacası, arkadaşın ailesi ile evine geri döndü. Olayı yanlış anladıkları için çok üzülmüşlerdi ama onlar kadar biz de çok üzülmüştük. Nisa cidden senin gibi güçlü bir kız. Bu tür olaylara nasıl katlanabildi aklım almıyor doğrusu." dedi. Ah baba, sen onun ne kadar üzüldüğünü bir görsen...Gözlüğümü takıp yatağımdan kalktım. Tam darmadağınık olmuş yatağımı düzeltecektim ki, aklıma dünkü çalışma masamda bulduğum zarf geldi. Eğildiğim yataktan doğrularak "Baba, dün karakoldan geldiğimde çalışma masamın üzerinde bir zarf buldum. O buraya nasıl geldi ve kim getirdi?" diye sorduğumda elini şakaklarına götürdü. "Az kalsın unutuyordum onu söylemeyi Deniz. Dün akşam işten eve geldiğimde kapının önünde bulmuştum onu. Ayakkabılığa koyulmuş olduğunu gördüğümde bize gönderildiğini anladım. Eğilip aldım ve sana gelmiş olacağını düşünerek eve girdiğimde odanın kapısını tıklatıp içeriye girdim. Çünkü o saatlerde Nisa, çalışma masanda oturup ders çalışıyordu. Ona zarfı uzattım ve masaya koymasını söyledim. Dediğimi de yapmış olmalı ki, onu bulmuşsun. Şu an nerede?" diye sorduğunda odamın kapısının yanında olan çantamı göstererek "Çantama koydum baba, arkadaşımla kimin gönderdiğine bakacağız." dediğimde gülmeye başladı. Saçlarımı okşayarak "Ajancılık oynayacaksınız demek, iyi eğlenceler o halde." deyip odadan çıktı. Babam hâlâ bana çocukmuşum gibi davranıyordu. Küçüklüğümde yaşadığım o travmadan beri beni hep koruyup kollamıştı. Şu an o olayı düşündüm de, tüylerim diken diken oldu...
Aynanın karşısına geçip kendime baktım, yine her zaman ki gibi mükemmel görünüyordum. Ne yapayım, yaratan da böyle özenip bözenmişti...
Ne demeliyim ki, sadece kendimi kandırıyordum. Oval gözlüklü, iki taraftan da saçına perçem kesmiş, omuz hizasına kadar kıvırcık saçı olan, 1.70 boylarında balık etli bir kız ne kadar güzel olabilirdi ki? Söyliyeyim ki, hayallerinizdeki "icon" kızlardan değilim. Hiçbir zaman onlardan da olmadım. Ama herkesin benim hakkımda düşündüğü tek ve gerçek nokta vardı. Kalemim güçlüydü ve çok güzel şiir yazardım. İnsanları hayretler içerisinde bırakacak bir güzelliğe sahip değildim ama insanları mutlu edecek uçsuz bucaksız bir hayal gücüne sahiptim. Bu hayal gücü ile de, kendim yazdığım için söylemiyorum, gerçekten mükemmel şiirler ortaya çıkarıyordum.Kendimce hayaller kurarak dünden hazırladığım okul kıyafetlerimi giyindiğim gibi odamdan çıktım ve lavaboya gittim. Babam mutfakta kahvaltı sofrası hazırlarken, ben de sabah rutinimi halledip tam lavabodan çıkmıştım ki, Süleyman amcanın sabah sporunu duyduğum gibi gülümsedim. Tam zamanında çıkmıştım lavabodan, bunun için mutlu olmuştum tabii. Yoksa su ters akardı...
Lavabonun kapısını kapatıp masanın son eksiklerini tamamlayan babamın yanına, mutfağa gittim. Gerçekten iyi bir aşcı olabilecek kapasitede yemekler yapıyordu ama lise mezunu olduğunu için, o zamanın şartları ile bir şef olamadı. Kargoculuk şirketinde ambar sürücülüğü yapıyordu. Eve iyi bir maaş getiriyordu ama annemle birlikte bu aralar sıkıntıdaydı. Maaşlarının yarısı kadar para eve geliyordu ve bu bizi biraz zora düşürüyordu. Bunun için ailenin tek ve en zeki çocuğu olarak, onlara yardım etmekten tabii ki de çekinmedim. Kendimce hem para biriktiriyordum, hem de daha tutumlu harcıyordum. Ailemin sıkıntıya düşmesi demek, benim geleceğimi kurtaramayacağım anlamına gelir. Önceden de söylediğim gibi, kalemim güçlüydü ve bir şair olmak istiyordum. Kitabımı çıkartmak için paraya ihtiyacım vardı ve bu parayı elimden geldiğince oruç tutar gibi tutumlu harcıyordum. Çünkü bir hayalin varsa, zor günleri dişini sıkarak geçirmelisin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiraz çiçeği.
Teen Fiction"Ve bir Kiraz Çiçeği... Ayaklarımın altına son kez dökecek yapraklarını. Onun hışırtısı kulağımda bir fısıltıya dönüşüp diyecek ki usulca; Gözyaşındaki son damla döküldüğü an, Gündüz ve gece birleştiği zaman; Ben yanında olamayacağım Kiraz Çiçeği'm...