Taehyung'a Mini Yolculuk

159 15 76
                                    

Ben şimdi burdaydım, sahip olduklarım ve sahip olamadıklarım vardı. Hisler, düşünceler ve kahrolası endişeler...Nefes alıyordum, veriyordum ve bu bana öğretilmemişti sadece yapıyordum diğer herkesin yaptığı gibi. Bunun dışında bana öğretilenler vardı, bana öğretilenlerin yanlış olduğunu düşündüğüm zamanlar vardı, sevmek nefes almaktı biraz. Bunun size öğretilmesinin mümkünatı yoktu, severdiniz ve bilinçli bir eylem değildir bu.

Çaresiz fikirlerim vardı, tüm mutluluğumun arasında soluduğum havayı dahi bana zehir eden bu sorgulamalar beni yorgun düşürüyordu lakin yine  de sorguladığım için de mutluydum. Buradaydım şimdi evet, annem ve babam dediğim kişilerden uzaktaydım, büyükannem ve büyükbabamın yanındaydım, buradaydım ve burada Jimin vardı. Jimin karşımda olsaydı "Diyorsun ki senin evin benim, oysa ki sen seviyorsun burada yaşamayı, sen tamamsın Jimin'im" diyebilirdim ona, bu asla bir kıskançlık değildi onun sahip olduklarına karşılık sahip olamadıklarımı kıskanmazdım ben.

Ben zaten kimseyi kıskanmazdım ki, benim elimde olmayan ama başkalarının elinde olan şeyler beni mutsuz etmezdi. Fakat Jimin'e "Burayı ben de seviyorum ama ben eksiğim" diyemezdim, Jimin çiçekler kadar kırılgan biriydi, onu soldurmak basitti ve o yalnız kendisinin değil başkalarının da acısıyla solacak kadar yüce gönüllüydü de. Bir anne ve bir babanın sevgisinin yoksunluğunu daima çekmemeliydi insan, bu seni seven herkese biraz ihanet demekti çünkü. Gözlerimi dolu dolu eden sorunlar olduğu kadar yaşamanın kendisi de başlı başlına bir sorun gibi geliyordu bana.

Herkesin bir davası vardı, belirli amaçları ve bunun doğrultusunda bir topluluğa da ait hissediyorlardı kendilerini. Ben ise bir davayı savunsam dahi onun bir parçası olamıyordum hiçbir zaman, bir topluluğa da ait hissedemiyordum asla. Bazen kendi kendime bile başka birisiymişim gibi geliyordum, Jimin ile o dönüp duran salıncaklara bindiğimizde misal, dışarıdan izliyordum kendimi ve indiğimizde söylediklerim, baktığımda gördüklerim benden bağımsızdı sanki.

Zaman zaman böyle yabancılaşmalar yaşıyordum, kahve içmeyi sevmiyor fakat arada sırada kendime bir kahve yapıyordum, ardından içmeden döküyordum. Bunu yaparken dahi dökeceğimin bilincinde oluyordum üstelik. Kafamdaki ve ruhumdaki karanlık derinleştikçe ona ulaşamamak, ondan uzak bırakılmak sinirlerimi bozuyordu, bunları konuşacak kimsemin olmadığını hissettiğim kadar bunları dile getiremeyecek kadar kelime eksiğim olduğunu da biliyordum.

Bir şeyler yapıp duruyordum, daima üretken olmaya çabalıyordum çünkü bomboş oturmak ya da hiçbir şey yapmamak beni büsbütün yok edecekmiş gibi hissediyordum. Yok olmaktan memnuniyet duyardım ama bunu iskelet ve deri taşıyan, sürekli oksijen soluyan bir bedenin içerisinde yaparsam zaten uyum sağlayamayan benim, sadece kendime değil çevremdekilere de zorluk çıkaracağını biliyordum. Yine de yaşamın sık sık anlamsızlaştığı oluyordu benim için, bunun nedenini de yıkık aile yaşamıma falan bağlamıyordum.

Doğrusu kendime dürüsttüm bu konuda, ne olursa olsun, hangi yaşamın içerisinde olursam olayim ve ne kadar mükemmel bir ailem olursa olsun bu dertli yaşamama hevesinin içimde bulunacağından emindim. Bunlar beni mahvediyordu çünkü var olmanın ve sonrasının anlamlandırılması çabasına girildiğinde ne kadar yetersiz olunduğunu görüyordum. Ne harika sonsuz bir cennet öyle değil mi? Fakat sonsuz bir mutluluğa kazanmak için mi yaşıyorduk yani? 

Tüm bu yaşamın ve kargaşanın sonucu bu muydu ya da amacı? Sanmıyordum...Bu kadar olmamalı gibi geliyordu bana, yalnız düşündüklerimi kendime bile açıklayamayan biri olduğumdan sadece hislerime güveniyordum. Çevremde dönen telaşlar, korkular anlamsızlaşıyordu. Herkesin uğruna savaştığı şeyler vardı, kimisi ailesini bir bataklıktan kurtarmak için çabalıyordu kimisi ise kendini bir bataklıktan kurtarmak için ya da her ikisi de. 

FingersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin