"Hoş geldin küçük Hesna. Senin bu kadar geç geleceğini tahmin etmemiştim" rahat hareketlerine karşı rahatsızca kımıldadım. Basamakların sonuna geldiğinde koridorun lambası yüzünü açık etmişti.
Sert kemikli çehresinin ortasında kemerli burnu vardı. Siyah gözlerindeki duyguyu anlamazken kapı pervazından öteye gidememiştim.
Beynimin durduğu anlardan birindeydim. Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Aptal aptal karşımdaki elleri cepte olan adama bakıyordum. Korkum düşüncelerimin önüne barikat kurmuş öylece bekliyordu.
"Benden korktuğunu bilmiyordum" diyerek üzerime geldiğinde geri geri gitmeye başladım. Elimdeki sopayı ona doğrultuğumda kalın kaşlarını kaldırıp korkunç şekilde gülmeye başladı.
"Gerçekten bu sopanın beni durdurabileceğini mi düşünüyorsun? Sen zeki bir kızsın Hesna" sonlara doğru tıslamayla cümlesini tamamlarken sertçe yutkunup geriye doğru ilerlemeye devam ettim.
"Ne istiyorsun benden?" Diyerek elimdeki sopayı biraz daha kaldırıldım. Kolum yorulmuştu ve adamın ne yapacağını kestiremiyor olmak beynimde minik kramplara sebep oluşturmaya yetiyordu.
Bedenini çekyata attığında gıcırdayan yaylarla yüzümü buruşturdum. Çekyat zaten eskiyken kırılmış olması muhtemeldi.
"Aslında çok şey istemiyorum" diyerek sağ bacağını sol bacağının üzerine attı. Adamın rahatlığı beni rahatsız ederken sopayı tutan ellerime tırnaklarımı geçirdim.
"Sana verebilecek bir şeyim yok. Evime nasıl girdiğini bilmiyorum ama defol git" kaşlarımı çatmış korkutmak amaçlı gözlerimi kısmış nefretle bakıyordum. Benden korkacağını bir saniye dahi düşünemiyordum ama bunu ummaktan başka çarem yoktu.
"Ah! Hesna şuan o kadar baştan çıkarıcı duruyorsun ki kendime hakim olmayı bilmesem sana saldırırdım" diyerek beni baştan ayağa süzdü. Onun iğrenç sözlerinden sonra bakışlarıyla midem kasılırken kendimi zor tuttum.
"Kes sesini! Seni tanımıyorum bile ve ne istediğin umrumda bile değil. Şimdi siktir olup git" bunları bağırarak söylemiş olsamda yüzündeki gülümseme hiç solmamıştı. Dişlerimi sıkıp tırnaklarımı etime biraz daha gömdüm.
"Şimdi gidiyorum ama bunu sen istediğin için değil, daha hazır olmadığını gördüğüm için gidiyorum. Her neyse bir daha ki karşılaşmamızda emin olabilirsin ki istediklerimi isteyerek yada zorla yapacaksın" yüzündeki gülümsemeyle tekrar bedenimi süzüp ayağa kalktı. Göz temasını bir an bile koparmazken kafasını sağa sola sallayıp çıktı.
Elimdeki sopayla kapı aynı anda büyük gürültü çıkartırken yere çöküp oturdum. Tehlikeli bir adam olduğu her halinden belliyken ölüm kokuyor olması beni dehşete düşürüyordu. Belindeki silahı arkasına dönüp giderken farketmem çok kötü olmuştu.
Gözlerim ellerime kaydığında kan görmemle yüzümü buruşturdum. Çok fazla bastırmış olmalıydım ki kedi tırmalamış gibi her taraftan kan sızıyordu. Umursamayıp ellerimi ters çevirip pantolonuna sürdüm.
Beynimde yankılanan tek şey "Nasıl bir oyunun içine düştüm" cümlesiydi. Nasıl bir oyunun içine düştüm, nasıl bir oyunun içine düştüm ve bir milyon iki yüz seksen kere nasıl bir oyunun içine düştüm.
Kendimden geçmiş odak noktasını kaybetmiş gözlerim odayı tarıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kimden yardım alabilirdim? Beynimde ki yılanın tıslaması "Senin hiç kimsen yok" cümlesi yankılanırken o sesi bastırmak adına çığlık atmaya başladım.
Yılanın sesi beynimdeki yerini korurken aniden kalkıp elime gelen herşeyi yere fırlatmaya başladım. Çığlık seslerim ve fırlattığım eşyaların sesi beynimdeki yılanı susturmaya yetmediğinde saçlarıma yapıştım. O yılan susmalı ve ben mutlu olmalıydım.
Çığlıklarımın yerini "Sus" kelimesi alırken saçlarımı yolmaktan geri durmuyordum. O yılan sesini anımsatan ses beynimde yankılanmamalı, babaannem buraya gelmeliydi. O olsaydı bu adam buraya kolay gelemezdi.
Daha ne kadar o şekilde davrandığımı bilmesemde oturma odasının tam ortasında sallanan ampule odaklanmış şekilde uzanıyordum.
Sarı ışık, eskiden beyaz olan ama zamanla kararmaya yüz tutmuş tavanda gölge oluştururken, hafif titreşimlerini izlemek beynimin uyuşmasında önemli rol oynuyordu.
Damarlarımdaki kanın akışını hissederken beynimdeki ses son vermiş gibi duruyordu. Bedenim uyuşmuş dudaklarımın bile kapalı olup olmadığını bilmiyordum. Sahi ben neyi biliyordum? Herşeyi ama hiçbir şeyi.
Kapılar çalınmış, ıslıklar çalınmış, komşular kapının önünde toplanmışlardı. Büyük ihtimal delirdiğimi düşünüyordular. Çünkü bende öyle düşünüyordum.
Sesler kulaklarıma kadar gelsede beynim onları anlamamak için direniyordu. Merak içindeki insanlar yavaş yavaş ne hali varsa görsün diyerek evlerine çekilmişken uyuşuk bedenimi kaldırdım.
Kendimi hiç bu kadar berbat hissetmemiştim. Beynimde hep sesler vardı ama bu çok farklıydı. Her kelimesinin ardından tıslaması içimdeki en karanlık odaların ışığını açıyor gibiydi.
Boş bakışlarla ortamı süzüp merdivenleri tırmanırken düşünmüyordum. Küveti doldurmak için çeşmeyi son seviyeye alıp içine girdim. Kıyafetlerimi çıkarmamış olmam önemsiz detay gibi geliyordu.
Suyun kaynar olması derimi yakarken derin bir nefes alıp suyun altında kalan ellerimi yukarı kaldırarak baktım. Suya değmesi sonucu kanlar tekrar sızarken öylece bekledim. Damla damla suya karıştığında su kanları gözden kaybediyordu.
Küvet taşacağı zaman çeşmeyi kapattıp yorgun gözlerim kaynar suyun etkisiyle kapandı. Bu kadar olayı kaldırabilecek bünyem yoktu. Yanımda kimsenin olmaması acı bir gerçekti. Corut vardı, var olmasına ama ona rahat rahat bunları anlatabileceğimi sanmıyordum.
Ağzımın içine ve burnuma soğuk suyun dolmasıyla can havliyle küvette doğruldum. Saçma sapan etrafıma bakarak en son olayları hatırladım. Küvette uyumuş olmalıydım. Kaynar su soğuduğuna göre saatlerdir uyuyordum. Kendime azda olsa gelebilmiştim.
Üzerime yapışan kıyafetleri çıkartıp küvetin içine attım. Kapının arkasında mor havluyu alarak çıplak bedenime sardım. Dişlerim soğuktan birbirine çarparken odama girerek iç çamaşırlarını ve pijamalı alıp giydim.
Duvarda asılı saate baktığımda gecenin dördüydü. Esneyip saçlarımı taramaya koyuldum. Avuç avuç yolduğum için kafamın yarısı boş gibi gözüküyordu. Bu gerçekci olamayan düşünceye yüzümü buruşturup tarağı yerine koyarak aşağı indim.
Adamın ikinci kez gelmeyeceğini bilmemden rahat rahat hareket ediyordum. Mutfağa girip çekmecelerden çikolata alarak masaya oturup yedim. Oturma odasının önünden bile geçmek istemiyordum.
Çok fazla dağıtmıştım ve toplamak için biraz daha güce ihtiyacım vardı. Mutfağın camının önündeki sigara paketini alıp bir tane yaktım. Evin her odasında en az bir tane paket bulunduruyordum. Bunun sebebi cebimden almaya üşenmemdi.
Sigarayı içime çekip camdan dışarı baktım. Zifiri karanlık, sokak lambasını dahi içine çekiyordu. Dışardaki akasya ağacının yaprak hışırtısı evin içine sızmıştı. Bir kaç baykuş kendi dillerinde konuşurken ben zehiri içime çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Kıyısındaki Kız +18
أدب المراهقينElleri bel oyuğumda gezintiye çıkmışken burnunu saçlarıma gömmüştü. Tüm bedeniyle bana yaslanmış tüm çıplaklığımla teni tenime temas ediyordu. Yüzüm aniden buruştuğunda nefesimi tuttum. Bu hareketi başka bir kıza yapsa tahrik olacağına emindim ama b...