BÖLÜM 39: ASLI

367 20 13
                                    

   Bugün günlerden Meltem'in ağzını arama günüydü. Dün olanlardan sonra ona sürekli olarak ulaşmaya çalışmış, ama maalesef ulaşamamıştım. Kaç yıllık arkadaşım alacağı olsun telefonunu sabahta açmamış, sevgili arkadaşına haber vermeye gerek dahi duymamıştı. Ama ben ona yapacağımı biliyordum. Hele bir gelsin gösterecektim ona gününü. Şuan kesin işte olmalıydı. Bu nedenle şanslı ki kurtulmuştu benim azabımdan. Ancak nasılsa buraya benim yanıma gelecekti işte o zaman çekeceği vardı benden.

   Hala inanamıyordum Meltem'e. Edinmiş olduğu haber vermeme huyunu görmezden gelip başka şeylerle uğraşsam bile içim içimi yiyordu. İster istemez merak ediyordum onu. Daha doğru onunla birlikte olanları. İtiraf etmek gerekirse en çokta olanları. Bunun nedeni, aşağıda baya hararetli bir kavgaya şahit olmuş olmamdı elbet. Meltem kesin gururuna yedirememiş ve Oliver'ı ya öldürmüş ya da yaralamıştır diye düşünüyordum. Ah talihsiz arkadaşım benim. Onca derde ve kedere birde hapis yatma psikolojisi eklenecekti. Belki de gençliğinin baharı o soğuk nezarethanelerde geçecekti. Artık her hafta Cumartesi yanına gidip temiz çamaşır, yiyecek ve ona benzer şeyler getirecek, muhabbet edip biraz olsun neşelendirecektim dostumu. Ya da çok abarttım sanırım. Öldürmemiştir herhalde. Peki ya kendine zarar verip intihar ettiyse? Telefonunu kapatıp kendini bir uçurumdan aşağı attıysa ya da bileklerini kestiyse? Eğer öyle bir şey yaptıysa ben onsuz ne yapacaktım? Şu koca İstanbul'da beni buraya bağlayan bir tek o vardı. O  da elimden kaydıysa eğer, her şey bitecekti benim için. Alçak kız. Hadi kendini düşünmedin. Aileni, arkadaşlarını, köpeğini, dostlarını ve beni de mi düşünmedin. Aman Allah'ım ne diyordum ben. Bu haber vermeme olayını sanırım iyice büyütmüş ve kuruntu yapmaya başlamıştım. Sanırım en iyisi, bu düşünceleri aklımdan def edip Sam ile vakit geçirmek olacaktı benim için.

   Aradan geçen altı saat ve kırk beş dakikanın ardından nihayet bir kapı zili ile oturduğum yerde irkildiğim. İlk defa kapının çalınmasına bu kadar sevindiğimi fark etmiştim ki yanlış alarm çıktı. Meltem değil, kapıcımdı gelen. Sam'e bir isteğimizin olup olmadığı soruyordu. Sam ise o tatlı mı tatlı bozuk Türkçesi ile ona birşey istemediğimizi anlatmaya çalışıyordu e adamcağız da tam olarak anlayamıyordu haliyle. Bir süre kafam dağılsın diye hiç müdahale etmeden onları izledim. Tabi aynı zamanda da bıyık altından katıla katıla bu komik ikiliye gülüyordum. En sonunda daha fazla uzatmanın bir manası olmadığını düşünüp;

   " İhtiyacımız olan bir şey yok Dursun Efendi sağolasın demek istiyor fakat malum Türkçeyi çat pat konuşabiliyor o yüzden kusurunu bağışla Dursun Efendi. " dedim hala iki dudağımın arasındaki koca bir gülümseme ile. Buna karşılık Dursun Efendi de durur mu? O çok bilinen Karadeniz şivesi ile hemen cevabını yapıştırdı ve;

   " Uyy Asli Hanumcum niçun daha önce söylemedinuz? Bende anlasacağim diye çirpinup duriyrum fakat ha bu uşak hiç bir şey anlamiyur ya da ben onu anlamiyrum. Cenelde Meltem Hanum ile konuştuğum içun bu uşak farklu geldu anlatabildum mu? Neyse ki imdadıma yetiştinuz geçte olsa. Oldi o zaman size iyi geceler Asli Hanumcum. " dedi. Ardından da hızlıca merdivenlerden aşağı inip gözden kayboldu. Artık o da gidince, Sam ile kalmıştık yine başbaşa. Pardon Sam, ben ve bitmek bilmeyen kuruntularım.

   Dursun Efendiyi yolcu ettikten biraz sonra, kapı tekrar çalmaya başladı. Sam oturduğu yerden bir hışımla kalkarak kapıya doğru yöneldi. Kapı, oturduğum koltuğun çaprazındaydı bu nedenle de kapıdan kimin geldiğini görebiliyordum. Gelen çok şükür ki Meltem idi. Önce gördüğümde baya şaşırmış, sonrasında da anında rahatlamıştım. Demek ki Oliver'a ve kendine bir şey yapmamıştı ama duruşunda bir gariplik vardı. Sağ eli arkasındaydı. Sağ elinin arkasında olmasının bir sebebi muhakkak olmalıydı diye düşünürken, arkasından aniden Oliver fırladı. İşin ilginç tarafı ise Meltem'in elini tutuyor olmasıydı. İçinde olduğum merak denizinde neredeyse boğulmak üzereydim. Onlar daha fazla kapıda durdukça da denizdeki dalga giderek artıyordu. Dayanamadım ve bir an önce içeri gelmeleri için elimle onlara işaret ettim. İşaretimi anlamış olmalılar ki yüzlerindeki kocaman gülümsemeler ile içeri geçtiler ve benim oturduğum koltuğun hemen karşısına bir güzel kuruldular. Anlatmaları için yüzümü şekilden şekle sokuyor, adeta bir canavara dönüşüyordum fakat ikisinden de ses seda çıkmıyor, aksine kıs kıs gülüyorlardı. Bir süre sonra ,Meltem oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. Beni alçılı ayağımla ayağa kaldırdı ve hemen koluma girdi. Ne yaptığını anlamak için sordum:

   " Bir sakıncası yoksa, ne yaptığını sorabilirmiyim? "

   Meltem ise gülerek, " Evine gelen misafire çay yapmayacak mısın? " dedi ve göz kırptı. Belli ki olan biten her şeyi sonunda anlatacaktı. Mutfaktaki masaya beni oturttuktan sonra, kendisi çay yapmaya başlamıştı bile. Fakat benim pes etmeye niyetim yoktu.

   " Artık anlatacak mısın? " diye sinirli bir şekilde sordum. O ise hala diretiyordu.

   " Neyi anlatacakmıyım? "

   " Olanları Allah'ın cezası neyi olacak. " dedim daha da sinirlenerek. Beni nihayetinde anladı ve gülerek başını salladı, ardından da olanları hızlı bir şekilde anlatmaya başladı. Sonunda merak denizimdeki sular çekilmeye başlamıştı.

   " İşte öyle ortak. Bir an cesaret geldi ve gittim konuştum. Hani Aamir Khan diyor ya, " Kalplerde gerçek cesareti olanlar daima kazanır. " diye. Gerçekten de öyleymiş. Ben Oliver 'ı kazandım Aslı. " diyordu ve bunları söylerken, gerçekten de Oliver'a olan aşkı gözlerinden ve sözlerinden belli oluyordu. Konuştuklarımız bittikten sonra, beyleri çok bekletmeden salona geçtik ve yanlarındaki yerlerimizi aldık. Tam oturmuş onlara sarılacakken, aniden Sam'den beklemediğimiz bir cümle geldi.

   " Eee hani çaylar? " dedi gülerek.

   Meltem ve Oliver, çayları içtikten sonra biraz oturup gitmişlerdi. Sonunda birlikte olmaları Sam ve beni gerçekten çok mutlu etmişti. Fırsattan istifade edip, yavaşça kalktım ve Sam'in yanına oturdum.

   " Bak nasılda mutlular. Onları böyle aşık görmek beni çok mutlu etti Sam. " dedim.

   " Beni de çok mutlu etti. Meltem'in cesareti onları birleştirdi. " dedi ve gülümsedi.

   " Haklısın. Sahi Sam, sence aşk ne aşkım? " dedim vereceği cevabı merak ederek. Sam den ise hiç beklenmeyecek ve beni sinirlendirecek bir cevap gelmişti.

   " Türkçede şak kelimesinin harflerinin yerlerinin değiştilmesi ile oluşturulan bir kelime mi? "

   Bu soruya böyle bir cevap nasıl verebilirdi! Çok sinirlenmiştim. Yerime geçmek için yanından olabildiğince hızlı bir şekilde kalktım fakat kolumdan çekti ve bana;

   " Aşk aşkı sorar mı bir kere? Sorunda mantık hatası var. " demişti. Bu cevap beni kalktığım yere, Sam'in yani aşkımın yanına geri oturtturmuştu.


.TELEFON UCUNDAKİ HAYALLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin