1942
5 Ocak Çarşamba.Jungkook hâlâ ortalıkta yoktu.
Bunun büyük ihtimalle tek iyi yanı evdeki yiyeceği sadece kendim yiyor olmamdı. Jungkook'un hakkını da yemeye başlamıştım bu haddimi aşardı ama olmadığı süre boyunca onun yemeyi varken aç kalacak da değildim.
Yeni yıla girmeden reşit olmuştum ve Jungkook bunun için bir doğum günü mesajı yazmıştı. Yazdığı mektupta eve gelememe sebebinin orduya çağrılması olduğu ve bu sebepten ötürü özür yazıları da vardı.
O olmadan yiyeceğimin olmadığını biliyordu. Hitler Kore'ye bir şey yapmasa da yine de tehlike altında olduğumu, yakalanırsam direkt olarak öldürüleceğimi ileri sürerek evden çıkmamı yasaklamıştı.
Tabii ki bu yasağına uymuyordum. Kore Milli Ordusundan Kızıl Orduya geçiş yapmış beni her zamanki gibi şaşırtmıştı. O bir zamanlar benim yaşadığım yerde nöbet tutarken benim burada oturmam çok mantıksızdı.
Bu yüzden ülkeme geri dönmeye, Roza olmaya karar verdim.
Geldiğim gibi yük taşınan bir araca bindim, bu sefer bir kamyona değil trene binmiştim. Zorlu geçen birkaç saatin ardından trene binip saklanmayı başardım. Öğrendiğinde Jungkook fena halde kızacaktı belki de ama umurumda olduğu pek söylenilemezdi.
"Tanrım! Sen kimsin? Binbaşı Kim burada bir k-"
Sözünü bitirmesine izin vermeden vermeden üzerine atladım ve onu kolilere yaslayıp ağzını elimle kapattım. Kolilerin ardından gelen birkaç tıkırtı beni iyice tedirgin ederken rütbesini bilmediğim bir askerin altımda çırpınmasına neden olmuştu.
Sesler kesildiğinde en üstteki ve boyuma yakın olan koliyi kenara doğru ittirdim ve aradaki boşluktan dışarıyı gözledim, kimse olmadığına karar verdiğimde elimi askerin ağzından çektim ve geriye doğru kaydım.
"Kaçak mısın? Tipin de asyalı aslında, neden buradasın? Bunu hemen bildirmeliyim."
Yerinden kalkmaya çalıştığında onu geri itekleyip bu sefer kelimenin tam anlamıyla üstüne çıktım ve elimi ağzına sertçe bastırdım. Kollarıyla beni itekleyip yerlerimizi değiştirdi ve üzerime çıkıp sağ yanağıma sert bir tokat attı.
"Yoongi, binbaşı Kim'e haber ver yedinci salonun sonundaki sıra. Hemen!"
Başımı geriye yaslayıp sert bir nefes verdim ve çırpınmayı bıraktım. Hızlı gelen ayak seslerinin ardından yaslandığım koliler alındı ve kafamı yere sertçe vurdum.
"Kaçak bu binbaşı."
Adını bilmediğim asker üzerimden kalkıp üniformasını silkeledi ve ben farketmeden çıkardığı bıçağını geri cebine soktu.
Binbaşı olduğunu söylediği kişi ve onun dışında birkaç asker daha başımda dikilirken doğruldum ve kalkarken belimi ovdum. Ayaklandığım sırada karnımın sol tarafına yediğim darbeyle geriye sendeledim ve kalçamın üzerine düştüm. Planımda yakalanmak yoktu.
"Seni kim gönderdi?"
Derin bir nefes alıp elimi karnıma bastırdım ve yüzümü ekşiterek ayağa kalktım.
"Beni gönderen biri yok, Moskova üzerinden Leningrad'a gitmeliyim."
Binbaşı derin bir nefes aldı ve üniformasının iç cebi olduğunu tahmin ettiğim yerden silahını çıkarttı.
"Çalıştığın biri yoksa neden Leningrad'a gidiyorsun?"
"Ne oluyor burada?"
Arkadan gelen tanıdık sesle tüylerim diken diken oldu. Bir adım geriye gidip bakışlarımı iri yapılı bedene çevirdim.
"Chaeyoung?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marriage in the war
Fanfictionkoreli bir yüzbaşıyla kaçtım ve güney'e yerleştim. her an ölebilirdik, hiçbir şeyin garantisi yoktu. [1942 ve sonrası hayal ürünüdür.] rosékook