18

1.3K 114 34
                                    

1942
10 Eylül Çarşamba.

oy sınırı: 20 yorum sınırı: 15
satır arası yorum yaparsanız çok mutlu olurum, iyi okumalar💖💖

Tekrar ve tekrar aptal bir koşuşturmanın içerisinde bulmuştuk kendimizi. Güne fazlasıyla normal başlamıştık, öyle ki fazla sakindi.

Akşam üzeri kapımıza üstü başı kan içinde bir kadın dayanmıştı ve yine başladığımızı hissediyordum.

"Lütfen, lütfen yardım edin." diyerek attı kendini evin içerisine. Jungkook kadını tanıyor gibi görünüyordu çünkü dehşete düşmüştü.

Elbette ben de dehşete düşmüştüm lakin bu çok farklı bir şeydi, bakışları her zamankinden farklıydı.

Sorgular şekilde konuşmadı ya da bağırmadı. Dili tutulmuş gibiydi ve bir şey söylemeden evi terk etti. Fazla şüphe uyandırıcı değil miydi?

"Üzeriniz neden b-" cümlemi yarıda keserek ağlamaya başladı. Elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum.

Evimde tanımadığım ama Jungkook'un tanıyıp gördüğü an kaçtığı bir kadın vardı. Üstü başı kan içerisindeyken evime zorla denilebilecek bir güçle girmişti ve korkuyordum.

Yardım etmek istiyordum ancak ağlaması dinmiyordu. "Ölmek istemiyorum." diye mırıldandı gözyaşları arasından.

"Yaşamam gereken çok şey var."

Jungkook, neredesin?

Kadına doğru bir hamle yaptığımda irisleri irislerimle buluştu. "Sen onun eşi misin?"
Ne demem doğru olurdu? Kim olduğunu bilmediğim bir insana bunun cevabını veremezdim.

"Öylesin anlaşılan. Beni korursun değil mi?" Başımı salladım hızlıca ve yanına çöktüm. "Adın ne?"

"Joo-hyun." İsmini öğrendiğime göre daha kolay iletişim kurabilirdim. "Pekala Joo-hyun üzerindeki kimin kanı?"

Hemen ilk sorduğum şey biraz ağır mı kaçmıştı? Sanırım evet. Tekrardan hüngür hüngür ağlamaya başladığına göre kesinlikle evet.

Kafayı yememe az kalmıştı, Jungkook gitmeseydi kolayca nereden geldiği belirsiz bu kızla başa çıkabilirdim. Eski sevgililerinden biri olma ihtimali neydi? Olabilir.

Joo-hyun ağlamasına devam ederken kapının sert bir şekilde çalmasıyla boğazı yırtılırcasına bir çığlık attı.

En fazla Jennie gelmiş olabilirdi, Jungkook anahtarı unuttuysa o da olabilirdi çünkü çok aceleyle çıkmıştı. "Bir şey yok."

Onu sakinleştirmek adına söylediğim kelimelerin ardından kapıyı açtım. Karşımda iki Japon askeri görmeyi asla beklemiyordum.

Arkama baktığımda Joo-hyun ortalıkta yoktu. Gidip bir yerlere saklanmış olması muhtemeldi. Bir şey dememe fırsat tanımadan askerlerden kısa boylu olanı saçımdan kavrayarak bedenimi duvara yasladı.

Japonca bir şeyler diyordu ama bilmediğimden cevap veremiyordum. Bunun üzerine daha da kızmış olduğunu tahmin etmiştim. Bağırışları kesilmezken diğeri de evin içini aramaya gitti.

Elini saçlarıma dolayıp kafamı sürekli duvara vuran asker yüzünden yüzüm uyuşmuştu ki sadece birkaç defa vurmuştu. Ağzımda metalik bir tat oluşurken öksürdüm ve ellerimi eline dolayarak sırtımı döndüm.

Bu sırada saç diplerim can çekişiyordu.

Diğer asker eli boş dönüp sinirli sinirli bir şeyler homurdandığında beni kontrol altında tutan başıyla dışarıya işaret etti ve bedenimi sürüklemeye başladı.

Kamyon tarzı bir şeye bindiğimi düşünüyordum çünkü saç diplerimin acısından gözlerimi açamamıştım.

İçinde bulunduğum araç hareket etmeye başlarken gözetimi altında bulunduğum asker ilk ellerimi sonrasında da ayaklarımı bağladı.

Bunları yaparken elim armut toplamıyordu tabii ki ancak başıma aldığım darbelerden dolayı zihnim uyuşuk gibiydi.

Her şeyden çift görme evresine geçmiştim ve burnum acıyordu.

Japonca bir şeyler söylenmeye devam ediyordu ama anlamadığımın farkında değildi anlaşılan.

Ayaklarımı çok sıkı bağlamıştı, iki hareket ettirsem tahriş olacak gibiydi. Ellerim ayaklarıma nazaran daha gevşek bırakılmıştı.

Askerin Joo-hyun dediğini seçebilmiştim bir tek. Sahi, onu neden bulamamışlardı?

Başım hareket ettikçe sallanan araç zeminine çarpıyorken beynim iyice pelteye dönüyordu ve asker bunun farkındaydı.

Ne şaşırtıcı ama.

Yanımdan uzaklaşarak bir kapıdan geçti. Geri geldiğinde elinde beyaz bir mendil vardı ve son gördüğüm şey de o beyaz mendil olmuştu.

marriage in the warHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin