5

1.4K 141 46
                                    

1942
5 Ocak Çarşamba.

Yalan söylemişti. Jeon Jungkook bana Leningrad'da nöbet olduğu konusunda yalan söylemişti.

"Onu tanıyor musun?"

Düşüncelerim birbirine girerken Jungkook'a bakıp göz devirdim ardından da dağılan saçlarımı bileğimdeki tokayla tepeden topladım.

"Kendisi eşim olur, bir şey yaptınız mı?"

Aptal samimiyeti içimdeki öfkeyi biraz daha körüklerken neden bu kadar sinirlendiğimi bilmiyordum. Her an patlayacak bir bomba gibi hissediyordum.

"Eşi falan değilim."

Dudaklarım arasından çıkan kelimelerle Jungkook şaşkınlıkla bana dönmüş ardından da tek elini saçları arasına geçirmişti.

"Beyler bizi yalnız bırakabilir misiniz?"

Binbaşı ve diğerleri etrafımızdan dağılıp başka vagonlara yönelirken sorgulamamalarını hayretle karşılamıştım. Jeon Jungkook o kadar güvenilir biri miydi? Hiç sanmıyorum.

"Aklın nerede senin Chae? Çalışma kampına alınıp acı çekerek ölmek mi istiyorsun anlamıyorum ben seni. Hangi akla hizmet bu sikimsonik trene biniyorsun da Rusya'ya gitmeye karar veriyorsun? Seni bulamayacaklarını mı sandın, Leningrad'a gidip ne yapacaktın ha? Aptal! Koca bir aptalsın Park Chaeyoung hâlâ çocuksun."

Tüm laflarını tek nefeste tükettiği için nefes nefese kalırken yutkundu ve aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. Azarlamasıyla daha da sinirlenirken gözlerimi kısarak onu geriye ittirdim ve içinde büyük ihtimal mermi olan bir kolinin üzerine düştü.

"Beni azarlaman bittiyse gidiyorum, anlaşılan seni merak ettiğimden hata yapmışım."

Tren hâlâ çalışıyordu ama Kore'nin kuzey taraflarında duracak ve mal alacaktı. O sırada iner ve daha sonra da otobüsle eve giderdim.

"Ne? Beni merak etmen canına mal olabilirdi."

"Bu yüzden gidiyorum, anlaşılan buna değer biri değilmişsin. Leningrad'da nöbette olup devriye gezdiğin hakkında yalan söyledin. Yalancılardan nefret ederim ve hayatımı kurtarmış olman bile seni kurtaramaz artık Jeon Jungkook."

Başımı iki yana sallayıp burukça gülümsedim ve Jungkook'un peşimden gelmesine izin vermeden vagon değiştirip kapıyı kapattım. Arkamdan üzerindeki anahtarıyla kilitleyerek ana vagona ilerledim.

Arkamdan bağırması umurumda bile olmamıştı.

"Binbaşı Jeon nerede? Pardon, eşin."

Cama yaslanırken derin bir nefes aldım ve bakışlarımı askere çevirdim.

"İşi varmış, malları kontrol edeceğini söyledi. Tuvaletiniz var mı?"

Elbette vardı. Karnıma giren şiddetli sancıların sebebini öğrenmeliydim, aklımdaki şey beni korkutuyorken bir diğer yandan da umutlandırıyordu da.

"Evet, seni götüreyim."

Askerin beklediğimden yumuşak olan tavrına karşılık gülümsedim ve peşinden tuvalete ilerledim. Yaklaşık 3-4 vagon geçtikten sonra tuvalete geldik ve başıyla selam verip vagondan ayrıldı.

Onun gitmesinin hemen ardından tuvalete girdim ve arkamdan kapıyı kilitledim. Dışarıdan sert bir kapı sesi geldi ama bunu umursamadan kabinlere ilerledim.

"Chaeyoung aç kapıyı, Chaeyoung!"

Jungkook'u görmezden gelerek kabinlerden birine girdim ve kontrol ettim. Tahmin ettiğim şey başıma gelmişti.

Dudaklarımı birbirine bastırıp hızlıca kabinden çıktım ve tuvalete açılan kapıyı bir hışımla açtım.

"Neden beni kilitleyip tuvalete kaçıyorsun? Bir açıklama bekliyorum. Ayrıca bu halin ne? Yüzüne bir ışıltı gelmiş."

Kaşlarını hafiften çatıp yüzümü incelerken geriye çekildim ve dudaklarımı araladım.

"Doğurganlığımı geri kazandım."

marriage in the warHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin