1942
13 Temmuz Salı.Hasret kaldığım Jungkook'a kavuşalı bir gün oluyordu. Beni ilk gördüğünde haberi yokmuş gibi şaşırmış, sonrasında da gözleri dolmuş ve ağlamaya başlamıştı.
Bunun yanında görmemeleri için askerlere gitmelerini bağırarak adımı sayıklıyordu ki Jungkook'dan böyle bir şeyi asla ama asla beklemiyordum. Bebek gibi sızlanıyor ama hasta olduğundan bana çok yaklaşmak istemiyordu.
Gece bütün itirazlarına rağmen yanında kaldım ve onunla birlikte uyudum. Onun bana verdiği huzur inanılmazdı.
"İyice güzelleşmişsin." Tekrar tekrar inanamıyormuş gibi aynı cümleyi kurup duruyordu. "Jeongguk-ah, beni utandırmayı ne zaman kesersin?"
Sevimli bir şekilde gülümsediğimde dayanamayıp o da gülümsemiş başını arkasındaki yastığa yaslamıştı.
"Cidden çok fenasın. Bana hemencecik iyi geldin görüyor musun?" Ben de bu şekilde düşünüyordum. Geldiğimden beri hasta olmasına rağmen gülüp eğleniyordu.
"Benden saklamayıp gelmemi isteseydin şimdiye çoktaan iyileşmiş olurdun asker." Kollarımı göğsümün altında birleştirdim ve oyuncu bir tavırla burun kıvırdım. Kollarımla göğüslerimi yukarı kaldığımı Jungkook söyleyene kadar farketmemiştim.
"Güzelim kollarını çeksen mi acaba oradan, malum odağım güzel yüzün olması gerekirken oraya kayıyor da."
Hasta olmasa oyuncu tavırlarıma devam eder onu iyice kıvama getirmesini bilirdim ben. "İyileşince yanıma dönecek misin?"
"Zaten yanındayım bir tanem." Anlamıyor gibi davranması beni sinir ediyordu. "Neyden bahsettiğimi biliyorsun."
Eve dönme konusu içimi burkuyor olsa da açmak zorundaydım. Asker olması onu elimden alıyordu. "Sovyetler birliğine yardım etmemiz gereken bir konu kalmadı. Kore'ye dönebiliriz."
Bir dakika, Kore'ye dönebiliriz mi demişti? Bu evimize geri dönmek oluyordu.
"Buradaki hayatı daha çok sevdiğini biliyorum sonuçta burası büyüdüğün yer ama Kore eski haline dönmüş sayılır. Orada rahatça yaşarız ve ben buraya ait değilim."
"Kore benim evim, sen benim evimsin. Nereye gidersen oraya geleceğim. Evimden nasıl ayrı yaşarım ki ben?" Elime uzanan eli bir an duraksadı ve dudaklarına hoş bir gülümseme düşerken elimi öptü.
İşte benim sevdiğim adam buydu.
"Dur! İlaç saatin geçiyor. Ah salak kafam nasıl unuturum sana ilaç içirmeyi." Bir hışımla yatağın yanındaki sandalyeden kalktım ve çantamdan ilaçları çıkartarak birini elime aldım.
Sürahiden bir bardak su doldurup Jungkook'un yattığı yatağı yüksettim ve ilaç ile beraber suyu uzatıp yanına geçtim.
"Sakin ol hayatım. Bir iki dakika oynadı diye ölmem ya?""Sus ve iç. Hasta olduğunu duyunca nasıl korktum haberin var mı senin?" dedim o sırıtarak ilacını içerken. Gerçekten de aklım çıkmıştı.
"Ciddi bir şey değil. Elimde ilaç olduğu sürece çok iyiyim ben." Arada ateşleniyor, sık sık öksürüyor ve buna rağmen sürekli iyi olduğunu söyleyip duruyordu.
Benim için tatmin edici değildi ancak iyileştiğinde, sonuç aldığını gördüğümde tatmin olabilirdim.
"Bakma bana öyle. İyiyim diyorum." dedi panikle bir çırpıda. Ne kadar endişelendiğimi anlaması gerekiyordu.
Artık cidden evli bir çift gibi hissediyordum. Duygularımızın karşılıklı oluşu eşsizdi.
"Ben onu bunu anlamam. Pis yalancı nefes alamıyormuşsun geceleri." Dudakları şaşkınlıkla aralanırken iç çektim.
"Gece farkettim. Hal böyle olunca birilerine sorma gereği duydum."
"Çok yaramaz bir kız çocuğusun."
"Ben çocuk değilim!" Ellerimi bacaklarıma vurup itiraz ederken o benim bu sinirli halime ters bir şekilde kahkaha attı. "Özür dilerim çocuk olan benim."
Dudaklarımı büzüp göz devirdikten sonra sandalyeden kalktım ve odanın öbür ucunda bulunan lavaboya ilerledim. Tuvalet değildi sadece el yıkama yeri ve önünde de bir ayna vardı.
"Binbaşı Jeon, istediğiniz gibi eşinizin ailesini araştırdık lakin yaşadıklarına dair hiçbir somut veya soyut veri bulamadık. Bütün veriler öldürüldüklerine iş-"
"Sikeyim seni! Chaeyoung hâlâ burada."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marriage in the war
Fanfictionkoreli bir yüzbaşıyla kaçtım ve güney'e yerleştim. her an ölebilirdik, hiçbir şeyin garantisi yoktu. [1942 ve sonrası hayal ürünüdür.] rosékook