1942
11 Ocak Salı.℘JUNGKOOK℘
Tüm malları indirdirmemiz birkaç saati almıştı. Belimin ağrısından ölmek üzereydim.
"Jeon, şu tercüman kız nerede?"
"Aptal o binbaşının eşi Chaeyoung, tercüman kız diyemezsin."
Namjoon ve Yoongi'nin sesleriyle arkamı dönüp ellerimi pantolonumun ceplerine soktum ve adımlarımı onlara doğru yönlendirdim.
"Bizimle değil mi? En son teğmenin yanındaydı."
"Bilmiyorum dostum, onu hiç görmedim."
İçimde yer edinen paniğe karşılık sakinliğimi korudum ve etrafımda dönerek çevreye bakındım. Görüş açımda olmadığından tedavi çadırlarının bulunduğu yere yürüdüm. Çadırları tek tek kontrol edip etrafa bakındığımda hâlâ onu bulamamıştım.
En son çare kendi çadırımıza girip tüfeğimi aldım ve sırtıma takıp Chaeyoung'u aramak için çadırdan çıktım.
"Pyaterochka yakınları bombardımana tutulmuş." Dedi Yoongi gerinirken.
"Pyaterochka tam olarak neresi?"
"Anlaşmayı yaptığımız yer Pyaterochka oluyor binbaşı."
Teğmenin söyledikleriyle boğazımı temizleyip başımı salladım.
"Kalkın o hâlde, bombardımanın olduğu yere gidiyoruz."
Amacım en başta Chaeyoung'u bulmak olsa da Kızıl Orduya olan bağlılığımızdan Pyaterochka'ya bakmak bizim sorumluluğumuzda oluyordu. Cesetleri toplama bahanesiyle gidecek diğer yandan da Chaeyoung'u arayacaktım. İşe yarar bir plandı.
"Binbaşı Jeon, bombardımanın yapıldığı yerde canlı birinin kaldığını sanmıyorum efendim. Gitmemiz ne kadar doğru olur?"
"Cesetleri toplayacağız asker, düşündüğüm gibi bir bombardımansa kimse sağ çıkamaz zaten."
Sırtımdaki tüfeği ellerim arasına alıp kontrol ettim ardından da teğmene döndüm.
"Diğerlerine haber ver, ben önden gidiyorum hemen peşimde olmazsanız hepinizi yakarım."
Söylediklerimle başını sallayıp arkasını döndü ve Leningrad'a geçmeden önce kalacağımız çadırlara yöneldi. Arkasından kısa bir süre bakıp emin olduktan sonra aklımdaki rotayla Pyaterochka'ya doğru yürümeye başladım.
Fazla bir şey sürmeden Pyaterochka'ya geldiğimde gördüğüm görüntüler kimsenin sağ çıkmadığının kanıtıydı. Eski halinden eser kalmayan bir bina ve parçaları arasından akan kanlar hiç iç açıcı değil aksine mide bulandırıcıydı.
Tek ümidim Chaeyoung'un burada olmamasıydı.
Cebimden fenerimi çıkartıp etrafı kolaçan ettikten sonra harabeye girdim. Hiçbir ses yoktu, ne bir nefes sesi ne de bir yardım çığlığı. Ayağımla kopan beden uzuvlarını kenara iterek kendime yol açtım ve ilerlemeye devam ettim. Chaeyoung'un burada olmadığından emin gibiydim çünkü ölü bedenlerin kafalarına bakarken hiç onunkine rastlamamıştım ki bu beni rahatlatmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marriage in the war
Fanfictionkoreli bir yüzbaşıyla kaçtım ve güney'e yerleştim. her an ölebilirdik, hiçbir şeyin garantisi yoktu. [1942 ve sonrası hayal ürünüdür.] rosékook