1942
13 Temmuz Salı.Bakışlar bana döndüğünde ben hâlâ duyduklarımın etkisindeydim. Yalan söylemişti. Jungkook bana yalan söylemişti. Ailemin ölmediklerini sadece biraz sıkıntı çektiklerini söylemişti.
Böyle önemli bir şeyi benden saklaması ve üzerine yalan söylemesi derinden incinmeme sebep olmuştu. "Chaeyoung sakin ol." Jungkook yatağında doğrulmuş ayağa kalkmak üzereyken elimi ona doğru uzattım ve, "Yerinde dur." diyerek yanına ilerledim.
"Bana yalan söyledin." Sesim kızar gibi değil de, daha çok kırılmışım gibi çıkmıştı. Kırılmıştım da zaten. Jungkook'un yatağının kenarına oturduğumda ellerimi kucağımda birleştirdim ve başımı öne eğerek güçsüzlüğümü göstermemeye çalıştım.
Birden "Üzülmeni istemedim." dedi ve üzerindeki örtüyü itekleyerek kollarını belime sardı. "Seni bitmiş görmek istemedim."
Haber vermeye gelen askerin varlığını hissetmiyordum, gitmiş olması muhtemeldi. Bu denli bir pot kırdıktan sonra Jungkook'un yanında durması tehlike arz ediyordu.
"Şimdi de üzüldüm. Hatta şu anda daha çok üzgünüm." eli saçlarımda dolanıyor, dudaklarını boynuma bastırarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
Görünmemeleri için başımı eğdiğim gözyaşlarım artık kendini belli ediyor ve üzerimi ıslatıyordu.
"Biliyorum yıllarca birlikte yaşadığın ailenin yerini tutamam ama ailen olabilirim. Aslına bakarsan oldum da, evin değil miyim ben senin?" Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek küçük bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Evimsin."
İç çekerek arkamı döndüm, hiç dönmemeyi dilerdim ki Jungkook'un da benimle beraber ağladığını farketmemiştim. Herkese karşı sert ve bir o kadar da duygusuz olan bu adam benim için ağlıyor, acımı paylaşıyordu.
"Aptal. Ben ağlıyorum yeterince sen ağlama." Ortamın kasvetli havasını dağıtacak şekilde söylendiğimde gülmüş gözyaşlarını ellerimle silmeme izin vermişti. "Canımın canı yanınca böyle oluyor."
Şapşal.
Dudaklarını öpme isteğim kabarıyordu. Jungkook hasta olduğunu savunarak izin vermeyeceğinden ya da öpersem kızacağından herhangi bir atak yapamıyordum bunun adına.
"Auschwitz'e gittiklerine göre öldüklerini nereden biliyoruz?" Sadece emin olmak istiyordum. "Kayıtları tutuluyor. Kızıl Ordu Auschwitz'i almayı planlıyor." Diyebileceğim bir şey yok gibi hissediyordum.
Erkek çocuklarını değersiz gören babamı bile özlemiştim. Her şeyi dini inanışlara göre yürüten annemi, sürekli kavga eden kardeşlerimi özlemiştim. Yanımda olmamaları ve bir daha da olamayacakları canımı yakıyordu. "Zaman her şeyin ilacıdır Chaeyoung-ah. Acını dindiremem bu zamanın işidir ama geleceğe odaklanmalıyız."
Ne güzel bir moral konuşmasıydı bu böyle. Burnumu çekip başımı salladım ve başımı boynuna yasladım. "Chaeyoung-ah." Boynundan kalkamayarak hm sesi çıkarttım ve devam etmesini bekledim.
"Duş almam gerek, rahatsız olacaksın." Başımı kaldırmaya tenezzül etmeyerek omuz siktim ve konuşmaya başladım.
"Umurumda değil. Rahatsız olmuyorum ayrıca." Gülümsediğine dair kasları gerilip karnı içine çekildiğinde tebessüm ettim. Tebessüm etmeme karşılık gözyaşlarım hâlâ benden izinsiz bir şekilde akmaya devam ediyordu. "Hem hastayım da."
Gözlerimi kısarak oyuncu bir tavırla geriye çekildim ve kollarımı boynuna dolayarak mırıldandım. "Beni uzaklaştırmaya mı çalışıyorsun yoksa?" Elleri belimi bulurken uzanıp gözümün altını öpmüştü.
"Ne münasebet efendim. Hiç öyle bir şey yapar mıyım ben?" Başımı onaylar şekilde sallayarak Jungkook'un kolları arasından sıyrıldım ve ayağa kalkıp çantamı toplamaya başladım.
Birkaç defa şiddetli şekilde öksürdükten sonra boğazını temizleyip derin bir nefes aldığını işittim. "Bulaşmayacağından emin misin?" Hayır. "Elbette eminim. Bana hiçbir şeycikler olmaz."
"Buradan ayrılacağız, duş almam gerek ama yataktan kalkacak halim yok." Kendini yatakta geriye atarken söylenmeye başladı ve elini alnına vurduğunda "şak" gibisinden bir ses çıkardı. "Belki bana yardım etmek istersin."
Bunu diyeceğini biliyordum, fırsatçı.
"İsterim ama bir şey yapmak yok." Çantamı toparladım ve yere koydum. Odanın perdelerini açarak karanlık ortamı bozmayı ümit etmiştim.
"Nedenmiş? O kadar görüşemedik acısını çıkarmayalım mı?"
"Regl oldum ve daha bitmedi. Hem sen demiyor musun sana da bulaşır diye?"
"Öpüşmezsek bulaşmaz." Başına doktor kesilmeme ramak kalmıştı.
"Bulaşabilir. Öksürüğünden, nefesinden her şeyinden bulaşabilir. Benim için bulaşması sorun değil bundan korkmuyorum ama regl olmam sorun." dedim ve yatağınds hemen yanına oturdum. Elimi saçlarına gezdirirken küçük bir çocuk gibi ağlanırcasına mırıldanmasına şahit olmuştum.
"Hemen bitsin söyle ona. Ya göreve çağırılırsam da aylarca görüşemezsek?"
Üzerine örttüğü ince örtüyü kenara itip kalçamla bedenini yana itekledim ve yanına yatarak bedenine sarıldım. "O zaman aylar sonra sevişiriz. Hani eve gelecektin?"
"Eve geleceğim zaten." Gözlerimi kısarak başımı göğsüne sürttüm. "Ailem için de yalan söyledin, eve gelmeyip göreve gidersen çok pis bozuşuruz."
Birkaç defa öksürmüş, koluyla ağzını kapayarak önlem almıştı. "Uykum var."
"Uyursan çabuk geçer, uyuyalım?"
"Uyuyalım."
__________________
şimdiii, birkaç şey sormak istiyorum!
-> sizce durgun mu devam etmeli yoksa araya kaos atmalı mıyım?
-> sizce sonu angst mi biter mutlu mu?
->zaman atlaması yapmalı mıyım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marriage in the war
Fanfictionkoreli bir yüzbaşıyla kaçtım ve güney'e yerleştim. her an ölebilirdik, hiçbir şeyin garantisi yoktu. [1942 ve sonrası hayal ürünüdür.] rosékook