O N A L T I

2.3K 197 8
                                    

Merhabalar,

Umarım güzel bir bölüm olmuştur,

Sizi uzun süre beklettiğim için özür dilerim...

17. Bölüm en yakın zaman da paylaşacağım...

Desteklerinizi bekliyorum,

Kendinize iyi bakın,

Allah'a emanet olun...

🌼🍃🌼🍃🌼🍃🌼

16.BÖLÜM

Neredeyse iki haftadır şirkete girmiyordum hatta hiçbir dosyaya elimi bile sürmemiştim sanki şirket ile alakalı bir şeye dokunsam Adniye ve Ayhan karşıma çıkacak gibi hissediyordum, bu gün ise ikisini karşımda gördüm ve saatlerce dayandım.

Galiba beni tek ayakta tutan eve döndüğümde yine yemeklerinin tadına baktığımda umutla olumlu cevap bekleyen karımdı, onun içindeki pozitiflik beni mutlu ediyordu. Hayatımda mutluluğunu göstermekten hiç çekinmeyen bir kadındı ve onun mutluluğunda yaşanırdı.

Ona karşı bakış açım iki haftadır değişmişti hatta onunla hastaneye gittiğimiz gün değişmişti, doktor bir sorunun olmadığını söylemişti. Ona, bir şey olacağından korkmuştum, hayatımdaki tek olumlu yanıt gibiydi.

Kapının önüne geldiğimde kapıyı çalma gereksiminde bulunmadım, şundan eminim ki; şu an Zülfü mutfaktaydı ve Rasim Bey ise kitap okuyordu.

Kapıyı açıp girdiğimde evin sessizliği yüzüme çarptı, mutfaktan su sesi ya da herhangi bir ses gelmiyordu galiba bu gün mutfaktan oldukça erken çıktı. Rasim Bey de göz önünde değildi, üst katta uyuyor olabilirler.

Öncellikle mutfağa girdim, ne yemek yaptığını merak ediyorum, dün mantı yapmıştı ve berbattı, üzülmemesi için birkaç kaşık yedim fakat kendimi en son banyo da bulmuştum.

Mutfakta aygazın üzerinde sadece bir tane tencere vardı, tencerenin yanında ise bir tane katlanmış beyaz bir kağıt acaba yaptığı yemeği tarifini burada mi unutmuştu?

Beyaz katlanmış kağıdı elime aldım ve tencerenin içerisine baktığımda yaptığı en güzel yemeği gördüm, nohut yemeği.
Elimdeki kağıt onun olmalı çünkü mutfağa sürekli girip çıkan o'ydu, büyük ihtimalle bu kağıdı burada unutmuştu.

Elimdeki kağıtla yatak odasına doğru hızlı adımlarla yürüdüm, kapının önüne geldiğimde kapıyı birkaç kere çaldım. Ses gelmedikçe korktum;

"Zülfü, iyi misin? Giriyorum içeriye." Ses, yeniden gelmediğinde kapıyı yavaşça araladığım odada kimseyi görmedim, neredeydi o?

Elimdeki kağıda baktığımda ismimin yazdığını gördüm, bu bana yazılan bir mektup muydu? Peki kimden?

Kağıdı açtığımda en üst sağ köşe de yazan isimle kim olduğunu anladım, Zülfü'ydü.

Mektubu ne kadar açmak istesemde bir tarafım karşılacağı şeyleri bilmediği için gergindi fakat mektubu açmadığım sürece Zülfü'yü bulamayacak gibi hissediyorum, ona karşı tutumum bağlılık değil sadece onun varlığını hissetmek, görmek ve ya sesini duymak içimdeki tarifsiz bir mutluluk yaratıyordu.

Elimdeki mektubu her ne kadar gerilsem de okumaktan başka çarem yoktu;

Merhaba,

Feyyaz, çok düşündüm ve babam ile Düzce'ye gitmeye karar verdim. Yanında yıllarca dursam da sen, beni hiçbir zaman sevmeyeceksin, umudum tükendi. Umarım, daha mutlu olursun, karşına mutlu olacağın insanlar çıkar. Boşanma işini de her ne dersen kabulüm, sadece ne kadar hızlı olursa o kadar iyi.

Bu arada buzdolabında sana çemen yaptım, annene neyi sevdiğini sorduğumda bana çemen dedi ve zaten ev ödevim olduğu için pekte zorlandığım söylenemez. Akşam içinde nohut yemeği yaptım, seni birkaç gün idare eder sonra ise başının çaresine bakabilirsin.

Kendine güzel bak,

Umarım, Adniye ile mutlu olabilirsin...

Allah'a emanet ol...

Zülfü

Okuduğum mektup beni ilk her ne kadar şaşırtsa da sonradan içimde tarifsiz bir üzüntü ve boşluk hissettirmişti, sanki en sevdiğim arkadaşım bırakıp gitmiş gibiydi. En son bu duyguyu ilkokulda hissetmiştim ve yıllar sonra bu duyguyu tekrar hissetmek çok yorucuydu. Elimdeki mektubu avucumun içinde kağıda eziyet edercesine sıkıştırıp odanın bir köşesine fırlattım.

Odadan çıktığım gibi mutfağa doğru yürüdüm, bana çemen mi yapmıştı? Zülfü'ye karşı içimde öyle bir özlem oluşuyordu ki yavaş yavaş ilerleyen dakikalarda Düzce'ye gitmemek için kendimi tutamayacağım galiba.

Mutfağa girdiğim gibi buzdolabının kapağını açtığımda karşılaştığım çemen kavanozunu gördüğüm ilk kaba boşalttım. Tezgahın üzerinde gördüğüm poşetin içerisindeki ekmeği aldım, çemeni masanın üzerine koyup ekmek ve bıçağı aldım.

Çenenin tadı sanki annemin ortaokulda yaptığı salçalı makarnaya benziyordu, her ne kadar tadı aşırı lezzetli olmasa da insanın yedikçe yiyesi geliyordu, çemen de çok güzeldi çünkü bana Zülfü'yü hatırlatıyordu.

Bu gün bir şeyi fark ettim; Adniye, Ayhan'ı o kadar çok seviyordu ki onu tanımayan bile fark edebilirdi aynı şekilde Ayhan da. Birbirlerine olan bakışları ve ya bağlılıkları küçük bir şey değil ve Adniye'nin bakışına benzer bir bakışı Zülfü'nün göz pınarlarında, yanaklarında ve dudakların da görmüştüm, hissetmiştim.

Sanki, şu an Düzce'ye gitmemek için kendimi zor tutuyordum ve evet, zor tutuyordum. Zülfü'ye gittiğimde bu sefer benimle geleceğine karşı ne kadar şüpheli olsam da onu seviyorum, eğer gelmeyecekse bile razıyım birkaç dakika gözleri gözlerime dokunsa sanki ömrüme birkaç gün daha eklenirdi.

Elimdeki bıçağı çemenin içerisine bıraktım, şimdi ki kararımdan dönmemek üzere kapıya kadar seri adımlarla yürüdüm. Rasim Bey, kızının mutluluğunu istiyordu ve benim ne gelişime sinirlenirdi ne de Zülfü'yü yanımda isteyeşime.

"Patron nereye gidiyorsunuz?" Yanıma gelen Ferit'in sesiyle kolumda tuttuğum ceketi kollarıma geçirdim.

"Düzce'ye gidiyoruz, Ferit. Hadi arabayı hazırla."

🌼🍃🌼🍃🌼🍃🌼

10.05.2020

Anneler gününüz kutlu olsun, bütün annelerimizin...

Fi Sebilillah - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin