PROLOG IV
2 Mart 2017
Geçmiş bazen bir cisr* gibiydi. Başka bir yola sapmadan, engellere takılmadan geleceğe sağlam adımlarla gidebilmen için ayaklarına serilirdi. Bazen ise bir sedd* gibiydi geçmiş. Gelecekle arana dikilen kalın ve yüksek bir duvardı. Geleceğe ulaşmak için o yüksek duvara tırmanman gerekirdi. Ancak bu yapılması güç bir şeydi. (Cisr* köprü, Sedd* set, engel.)
Geçmişin seni geleceğe götürecek bir köprü olmasına ya da gelecekle arana bir çekilecek bir set olmasına kendin karar verirdin. Geçmişin o karanlığa bürünmüş, tozlu odalarında kaybolursan geçmişine sonsuza kadar hapsolurdun. Ancak geçmişin o karanlık odalarını aydınlatabilir ve çıkış yolunu bulursan geleceğin ebedi özgürlüğüne sahip olurdun.
Geçmiş çamura da benzerdi. Ya o çamuru ellerine bulaştırıp geçmişini bir leke gibi üzerine yapıştırırdın ya da tıpkı bir zanaatkâr gibi o çamura istediğin gibi şekil verip, geçmişini yönetirdin.
Ben geçmişimi bir kutuya yerleştirmiş, zihnimin en kuytu köşelerine saklamıştım. Geçmişim kutunun içinden çıkmak için çok çabalamıştı. Fakat sonra zamanla alışmıştı. Geri döndüğüm o gün ise geçmişim kutusundan çıkmayı başarmıştı. Yıllar önce geçmişimi kutuya kapatırken akıttığım gözyaşlarımın silik izleri yer yer kutunun üzerindeydi. Lekeli ve tozlanmış kutusuna rağmen geçmişim ise hâlâ ilk günkü gibi temiz ve capcanlıydı. Şimdi kutusundan arada bir çıkan geçmişim her defasında anılara sürüklüyordu beni. Anılarıma attığım her adımda bir oğlan çocuğunun huysuz yüzü, beni görünce gülümsüyordu.
Kapalı gözlerimi daha sıkı yumdum ve başımı sıraya koyduğum kollarımın arasına daha çok gömdüm. Öğle arasındaydık ve ben sınıfta yalnızdım. Kızların şu kutsal günlerinden birindeydim! Regl olmuştum ve karnım ağrıdığı için öğle arasına çıkamamıştım. Kızları zar zor ikna edip, gelirken bana çilekli süt ve çikolata almalarını tembihleyerek göndermiştim. Karnımın ağrısı da arada bir yokluyor, ben buradayım diyordu. Tam o sırada sınıfın kapısı açıldı ve konuşan iki kişi içeri girdi. Seslerinden kim olduklarını anlayabilmiştim. Rüzgar ve Berk...
Hiç ses çıkarmadan veya hareket etmeden öylece, gözlerim kapalı bir şekilde durmaya devam ettim. Onlar da yerlerine oturana kadar beni fark etmediler ama sonra kesilen seslerinden beni gördüklerini anlayabildim.
"Bunun ne işi var burada?" Konuşan elbetteki Rüzgar'dı.
"Bilmem farkında mısın ama burası onun da sınıfı," dedi Berk alayla.
Rüzgar Berk'e cevap vermeyerek bana doğru seslendi. "Pişt! Uyuyor musun?" Tek bir çıt bile çıkarmadım ve sinsi sinsi gülümsedim. Yüzüm kollarımın arasında olduğu için göremiyorlardı. Bu yüzden oldukça rahattım. "Sana diyorum, uyuyor musun?"
"Uyuyor işte görmüyor musun?"
"Uyansın o zaman!"
Berk'in derin bir nefes aldığını işittim. Gözlerini de devirdiğine yemin edebilirdim. "Şu saçma sapan sebebin yüzünden kızla uğraşmayı kes artık." dedi Berk.
Sebep?
"Saçma sapan sebep mi?" diye soludu Rüzgar.
"Evet," dedi Berk. "Ki bu onunla uğraşman için bir sebep bile değil bana kalırsa."
Ne gibi bir sebep olabilirdi bu? Hayır, ben bu çocuğa hiçbir şey yapmamıştım ki. Anlam veremiyordum.
"Kaç defa daha söylemem gerekiyor?" dedi Rüzgar kalınlaşan sesiyle. "Benim işime karışmayın."
"Ne hâlin varsa gör Rüzgar!" diye çıkıştı Berk. "Ama iyiliğin için söylüyorum bu takıntından kurtul artık."
"Bu takıntı falan değil!" diye resmen hırladı Rüzgar.
"Evet, takıntı. O seni çoktan unutmuştur bile ama sen hâlâ..."
"Berk kes çeneni!" dedi Rüzgar öfkeli bir ses tonuyla her kelimenin üstüne basa basa.
"Neden canını mı yaktı söylediklerim?" diye devam etti Berk, Rüzgar'a aldırış etmeyerek. "Hatta sevdiği biri bile vardır ve onunla mutludur. Sen onun aklına bile gelmiyorsundur. Onu unut artık, sil at. Tıpkı bir hastalık gibi yapışmış senin zihnine. Kurtul ondan!"
Kimden bahsediyorlardı böyle? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum ama konu oldukça ilgimi çekmiş ve merakımı uyandırmıştı.
"Onun hakkında böyle konuşamazsın!" diyerek yerinden gürültüyle fırladığını işittim Rüzgar'ın. Hafifçe kafamı sağa doğru oynatıp saçlarımın arasından onlara bakmaya başladım. O sırada Berk birkaç saniyeliğine uyanıp uyanmadığıma baktı. "Nereden anlayacaksın sen, söylesene? Ben hep anne özlemi çektim. O benim annem oldu. Tıpkı bir anne şefkati vardı onda. O benim her şeyimdi. Hayatımın merkeziydi. Kimse onun gibi olamaz. Ben hiç kimseyi onu sevdiğim gibi bir daha sevemem, sevmem." İşaret parmağıyla şakağını sertçe dürterek konuşmaya devam etti. "Onu buradan hiçbir güç silip atamaz. Buna izin vermem."
Kısa bir sessizlik oldu. O sırada ben de başımı tekrar kollarımın arasına gömerek düşüncelere dalmıştım. Bahsettikleri kişinin bir kız olduğunu anlamıştım. Anlaşılan Rüzgar çok sevmişti o kızı. Peki ya bu neden benim canımı sıkmıştı? Göğsümde bir ağırlık hissettim ve yutkunarak gidermeye çalıştım ama hiçbir işe yaramadı. O can yakan ağırlık hâlâ oradaydı.
"Beni yalnız bırak." Sessizliği ve derin düşüncelerimi Rüzgar'ın sesi bozdu. Berk'ten ses çıkmadı ama duyduğum hareketlenme ve kapı sesinden çıkıp gittiğini anladım. Tekrar bir sessizlik hüküm sürmeye başladığında öncekinden daha uzun olmuştu. Öyle ki yavaş yavaş mayışmıştım ve uykum bile gelmişti. Düşünceler beynimde cirit atmaya devam ederken bir süre sonra silikleşip, yok oldular. Zihnim ışıklarını söndürmüş, köşesine çekilmişti. Bilincim tamamen kapanmadan önce tek algıladığım birinin üzerime örttüğü ceket ve saçlarıma dokunan el olmuştu.
İmkansız olan hiçbir şey yoktu bu dünyada. Yapmam, yapamam derdin; yapardın. Bilmem, bilemem derdin; bilirdin. Sevmem, sevemem derdin; severdin. Bunu anlamak Rüzgar için çok da geç olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Senfonisi/BEFM (Senfoni Serisi I)
ChickLit"Mini mini bir kuş donmuştu, Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye, Cik cik cik cik ötsün diye. Pır pır ederken canlandı, Ellerim bak boş kaldı..." Acı acı fısıldadı küçük kız bunu: "Ellerim bak boş kaldı." Acı acı fısıldadı oğlan çocuğu bunu: "Elle...