DÜZENLENMİŞ BÖLÜM!
Heyyo...
Wattpadle alakalı ufak bir sorun yaşadığım için bölüm gerekenden daha geç yayımlandı maalesef. Ama olsundu sonunda buradayım :d
İyi okumalar :)
Uçurtmanın kuyruğuna bağladığım hayallerimi gökyüzüne salmıştım. Sonsuzluğa uçarlarken bir yıldızın kancasına takılmış ve gökyüzüne hapsolmuşlardı. Özgürlüklerine uçan hayallerim şimdi bir yıldızın kancasına takılmış uçurtmada özgürlüklerinden olmuşlardı. Ne anlamı vardı ki hayallerim sonsuzluğa uçamayacaksa gökyüzünde olmanın?
Rüzgar'ın söyledikleri ayaklarımı yerden kesmişti âdeta. Sanki o uçurtmanın kuyruğuna sımsıkı yapışmış ve gökyüzüne uçuyordum Rüzgar'la dolu hayallerim ile birlikte. Ancak yere çakılışım uzun sürmemişti. Gerçekler ayak bileklerime zincirle bağlanmışlardı. Gerçeklerin o ağır yükü beni aşağı çekiyordu. Ellerim uçurtmanın kuyruğundan koparken ben yeryüzündeki hapishaneme dönmüş, ardımdan gözyaşlarıyla bakan hayallerim ise gökyüzündeki hapishanelerine tıkılmışlardı.
Rüzgar'la sevgili değildik. Rüzgar beni sevmiyordu. Rüzgar unutamadığı birini zihnindeki mezarlığa gömmüştü, ruhuyla fatihasını okumuştu ve kalbiyle yasını tutuyordu. Beni sevmeye zamanı yoktu.
Gerçeklerin yükü ağırdı. Ben ise bu yükü taşıyamıyordum.
Rüzgar'ın kolları arasında kasılıp kalmış bedenimle öylece duruyordum. Dışımdan belki biraz şaşkın ama yine de sakin gözüküyordum. Ancak içimde kopan fırtınadan kimsenin haberi yoktu. İçimdeki fırtına beni kalbimin dört odacığına çarptıra çarptıra uçuruyordu.
"Ne?" Dakikalar sonra duyulan tek ses Tunç'un şaşkınlık dolu çıkardığı bir nidaydı. "Ne diyor bu Rüya?"
Yutkundum. Rüzgar'ın amacını bilmiyordum. Nereden çıkıp gelmiş ve neden ortaya böyle bir şey atmıştı, bilmiyordum. Yine de Rüzgar'ın oynadığı bu oyunu bozmadım.
"Ne duyduysan o." dedim Tunç'a kendimden emin bir şekilde bakarak.
"Bu nasıl bir saçmalık? Çocuk mu kandırıyorsunuz siz?" dedi kahkaha atmaya başlamadan hemen önce. "Siz birbirinizden nefret ediyordunuz hani?"
"Demek ki o nefret aşka dönüşmüş, Tunç." diyen Rüzgar'a dönüp bakmak istedim ama bakamadım. Bir şeyleri gözlerimden anlamasından korktum.
"Bu saçmalık!" diye sayıkladı tekrar Tunç. "Böyle bir şeyin olması imkansız!"
Biliyordum. Biliyordum, imkansızdı.
"İmkansız olan şeyi söylesene." dedi Rüzgar belimi koluyla daha da çok sararken alayla gülerek.
"Siz!" diye bağırdı birden Tunç. "İmkansız olan sizsiniz!" Tunç'un bağırışı ile beraber birkaç göz daha bize dönmüştü. Zaten ayakta böyle Rüzgar'la sarmaş dolaş dikilip, karşımızdakiyle tartışıyor oluşumuz çevredekilerin dikkatini çekmişti. Ayrıca bizim okuldan öğrenciler de vardı burada. Okula gider gitmez gördüklerini ve duyduklarını herkese yetiştireceklerinden emindim.
"İmkansız olan tek şey senin bir beyninin olması olurdu Tunç." dedi Rüzgar alaycıl ses tonunu bozmadan. "Biz gördüğün üzere imkansız değiliz." Dudakları saçlarımın tepesini buldu.
Bu hareketi yüreğimi ağzıma getirmişti. Öyle hızlı çarpıyordu ki kalbim göğüs kafesim kırılacak sandım. Sanki nefes alamıyordum. Nefesim, kelimelerim gibi dizilmişti boğazıma. Cümleler dudaklarımın arkasında birikmişti. Dudaklarımı araladığım an bir ok gibi çarpacaklardı karşımdakilerin kalplerine. Sımsıkı kapattım dudaklarımı ve cümlelerimi geri göndermek istercesine yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Senfonisi/BEFM (Senfoni Serisi I)
Literatura Feminina"Mini mini bir kuş donmuştu, Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye, Cik cik cik cik ötsün diye. Pır pır ederken canlandı, Ellerim bak boş kaldı..." Acı acı fısıldadı küçük kız bunu: "Ellerim bak boş kaldı." Acı acı fısıldadı oğlan çocuğu bunu: "Elle...