PROLOG V
22 Mayıs 2017
Bazı insanlar vardır. Dışarıdan öyle parlak, öyle güzel görünürler ki tıpkı değerli bir taş gibi kendilerine çekerler insanı. O parlaklıkları öyle gözünü kamaştırır ki gerçekleri göremezsin, tek görebildiğin yalan güzellikleri olur. İşte o insanlar müzahraf* gibidir. (Müzahraf* Sahte yaldızla süslü pislik.)
Gerçek yüzlerine geçirdikleri maskenin arkasına saklanırlar. Pislikle dolu içlerine inat sahte yaldızla süsledikleri maskeyi yüzlerine geçirip insanları kandırılar. Tıpkı Sirenler* gibi... (Siren* Yunan mitolojisinde Sirenler ya da Seireneler, Sirenum scopuli denen bir adada yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdır. Güzel sesleriyle söyledikleri şarkı ve sahte güzellikleriyle denizcileri kandırarak kendilerine çekip,yedikleri söylenir.)
O insanlar öyle usta oyunculardır ki ne yalan sözlerinin ne de sahte yüzlerinin farkına varabilirsin. Eninde sonunda farkına vardığında ise artık her şey için çok geçtir.
Okula ilk geldiğim gün, Rüzgar ile tartışıp müdürün odasını aramaya koyulduğumda koyu renk saçları, kumral teni, mavi gözleri ve yapılı vücudu ile oldukça yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştım. İlk başta sıcakkanlı olduğunu düşünmesemde bana Rüzgar'ın aksine daha sıcak ve ayrıca kibar yaklaşmıştı. Beni müdürün odasına kadar götürmüş ve arkasından da sınıfıma kadar bırakmıştı. Bu süreçte ettiğimiz sohbet sayesinde bir üst sınıfımda olduğunu, yani benden bir yaş büyük olduğunu öğrenmiştim. Zaman geçtikçe birbirimize daha fazla ısınmış ve beraber de vakit geçirmeye başlamıştık. Canan her ne kadar bu duruma karşı olsa bile... Canan, Tunç'u pek sevmiyordu. Her zaman itici bulduğunu ve Tunç'un samimiyetinin de yalan olduğunu söylemişti. Ancak ben okul içerisinde de olsa Tunç'la vakit geçirmeye devam etmiştim. Şimdi ise öğreniyordum ki Tunç pisliğin tekiydi. Bunu öğreneli çok olmamıştı. Bir gün kadar bir zaman geçmişti üzerinden.
Bu durum, öğrendiklerim gerçekten canımı sıkmıştı. Böyle bir şey asla beklemiyordum. Şuana kadar el bebek gül bebek geldiğim hayattan ilk kazığımı yemiştim. İçimde bir ateş yanıyormuş gibi hissettiriyordu ve düşüncelerimin estirdiği rüzgar bu ateşi daha da harlıyordu.
Önümdeki makarna dolu tabağa tekrar çatalımı daldırıp oynamaya başladım.Yüzüm asık ve oldukça da huysuzdum. Kızlar nedenini bildikleri için olabildiğince yanımda oluyor ve beni neşelendirmeye çalışıyorlardı. Ben ise ettikleri sohbete beni de katmaya çalışarak yönelttikleri sorulara kısa ve geçiştirici cevaplar vermekle yetiniyordum. Tam o sırada bize doğru gelen dörtlüyü ilk gördüm. Tabiki de mâlum kişilerdi. Rüzgar'ın yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum niye buraya geldiklerini. Baştan beri Tunç'la olan bu yakınlığıma karşı olan biri daha vardı. O da Rüzgar'dı. Tunç'la birbirlerini nedenini bilmediğimiz bir şeyden dolayı sevmiyorlardı, sadece sevmemek değildi aslında. Birbirlerinden nefret ediyorlardı. Tunç her fırsatta Rüzgar'dan uzak durmamı söylerken; Rüzgar bizi Tunç'la her gördüğünde laf sokuyor, tartışma çıkarıyordu. İkisi de okulun basketbol takımındaydı ve ikisi de oldukça iyiydi. Aralarında büyük bir rekabet vardı. Rüzgar takım kaptanı seçildiğinde Tunç'un günlerce söylendiğini ve Rüzgar'a nefret kustuğunu yakından görenlerden biri de bendim. Sadece bunun için değil, her an Rüzgar'a nefret kusuyordu aslına bakarsak. Herkes bundan dolayı olduğunu düşünüyordu ama ben öyle olduğunu sanmıyordum. Daha farklı bir şey olmalıydı. Bir rakebetten dolayı böyle büyük bir nefret beslenemezdi sonuçta, öyle değil mi?
Dün ise Tunç'la büyük bir kavga etmiştik. Daha doğrusu ben bağırıp çağırmıştım, o ise susmuştu. Okuldakiler de bu kavgayı tabiki öğrenmişlerdi. Hâliyle Rüzgar'da biliyordu. Yüzündeki o ifadeden gelip bu olaylarla alakalı benimle uğraşacağını anlayabiliyordum. Ne yazık ki hiç çekecek havamda değildim. Ben kalkıp gitsem nasıl olur diye planlar kurarken onlar çoktan yanımıza ulaşmışlardı bile.
"Selam kızlar," dedi Ali her zamanki sempatikliğiyle.
"Selam," diye mırıldanarak, bir yandan da bana tedirgin bakışlar atarak karşılık verdi kızlar da. Neden geldiklerini onlar da anlamışlardı elbette ve bir olay çıkmasından endişeleniyorlardı.
Benim sessizliğim üzerine bana hitaben konuştu Ali: "Sen nasılsın, Rüya?"
Tam bir şeyler söylemek için ağzımı açmıştım ki Rüzgar atıldı. "Nasıl olacak? Harika hissediyordur, değil mi Rüya?" diyerek ismimi bastıra bastıra söylene Rüzgar'a döndüm.
"Buraya neden geldiğini, amacını çok iyi biliyorum Rüzgar," dedim ben de ismini bastıra bastıra. "Ancak amacına ulaşamayacak, canımı sıkamayacaksın. Şimdi bizi rahat bırakın da yemeğimizi yiyelim."
"Doğru, canını yeterince sıktılar zaten değil mi? Öyle ki önündeki yemeğini bile yiyecek iştahın yok." Alaycıl bir gülümse sundu. "Yapan yapacağını yapmış, ben daha ne yapabilirim ki?"
Öfkeli gözlerle suratına dik dik baktım. "Sen tam bir şerefsizsin Rüzgar!" dedim. "Amacın ne, neden benimle uğraşıyorsun bilmiyorum ama yeter artık!" Sandalyeyi geriye doğru ittirerek ayağa kalktım. "Benimle uğraşmayı kes! Sana bunu kaç defa daha söyleyeceğim? Rahat ver artık!" Bağırışım tüm yemekhaneyi doldururken, bütün bakışlar yine üzerimize çekilmişti. Hiç kimseyi umursamadan ve kızların seslenişlerini takmadan yeri dövercesine attığım adımlarla yemekhaneden çıktım. Öyle çok öfkeyle doluydum ki... Ve bu öfkemi dışarıya atamadığım için gözlerim çoktan dolu dolu olmuştu. Öfkeliyken ağlamaktan nefret ediyordum!
"Şimdi de korkak gibi kaçıyor musun, Rüya Elmas?" Arkamdan gelen ses beni durdurmadı, sınıfa doğru ilerlemeye devam ettim. Ancak o pes etmemekte yemin etmiş gibiydi. "Sana diyorum, sağır mı oldun şimdi de?"
Kendimi sınıfa attığım gibi arkamdaki yüzüne kapıyı çarparak kapattım. Kapı aynı hızla geri açıldı ve Rüzgar içeri girdi. Oflayarak ellerimi yüzüme çarparken sonunda dayanamadım ve ona bakmadan bağırdım:
"Ya sen benden ne istiyorsun? Ne?"
"Ne isteyebilirim senden?" dedi bana doğru yaklaşarak. "Ne verebilirsin ki bana?"
Dolu ama öfkeli bakan gözlerimle ona döndüm. "Ne saçmalıyorsun sen be?"
Gözlerimi görünce duraksadı. Beni çok sinirlendirdiği zamanlar elbette oluyordu ama gözlerimin dolduğunu görmemesi için hep saklıyordum. Ancak bugün ilk defa görmüştü. Bir gün göreceğini biliyordum zaten.
"Sen ağlıyor musun?"
"Ne ağlayacağım be?" dedim tekrar bağırarak. "Rahat bırak beni! Git buradan!"
Bir süre ses vermeden öylece bana baktı. Ardından arkasını döndü ve kapıya doğru adımladı. Kapıyı açıp çıkmadan önce ise konuştu:
"Seni asla rahat bırakmayacağım. Sadece bugünlük bir istisna gösteriyorum, tadını çıkar Rüya Elmas."
Ardından duyulan tek şey kapının kapanma sesi oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Senfonisi/BEFM (Senfoni Serisi I)
Genç Kız Edebiyatı"Mini mini bir kuş donmuştu, Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye, Cik cik cik cik ötsün diye. Pır pır ederken canlandı, Ellerim bak boş kaldı..." Acı acı fısıldadı küçük kız bunu: "Ellerim bak boş kaldı." Acı acı fısıldadı oğlan çocuğu bunu: "Elle...