PROLOG II
21 Ekim 2016
Bir gemideydik. Ancak bu diğer gemiler gibi değildi, bu bir zaman gemisiydi. Aştığımız yol ise denizler, okyanuslar değildi; saatler, günler, haftalardı...
Geminin güvertesindeydim, tatlı tatlı esen rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu. Gözlerimin önünde gece kendini gündüze teslim ediyordu, ay güneşin kollarına bırakıyordu kendini. Saatler, dakikaları kovalıyorlardı. Gemi o kadar hızlıydı ki neyin ne ara olduğunu bile kavrayamıyordum. Öylece izliyordum geçen günleri.
Ayaklarıma dolanıyordu zamanın geride bıraktığı izler. İzlerde yaşanmışlıklar ve anılar vardı. Ayaklarıma dolanan o izlere takılıp düşmekten korkuyordum. Yaşanmışlıklar ve anılar peşimi bırakmıyordu. Onları çiğnememek için hareket edemiyordum. Onları çiğnemek demek geçmişimi, çocukluğumu ezip geçmek demekti. Onca geçen aylara, yıllara rağmen eskimeyen yaşanmışlık ve anıları ezip geçmek o kadar kolay değildi.
İstanbul'a kesin dönüşümüz üzerinden bir ay geçmişti. Bu bir ayda fazlaca değişiklik olmuştu hayatımda ve beklediğimden daha çabuk alışmıştım her şeye. Anneme göre bu çok normaldi. Çünkü doğup sekiz yaşına kadar büyüdüğüm şehirdi ve bütün sevdiklerim de bu şehirdeydi. Bana kalırsa en büyük sebebi çocukluğumdu. Bu bir ayda her an bir köşeden çocukluğum çıkacak diye yaşadığım korku ve fazlaca olan heyecan duygusu yavaş yavaş akıp gitmişti. Buna da alışmıştım veyahut da milyonlarca insanın yaşadığı bu şehirde onun karşıma çıkma olasılığına pek inanmadığım içindi. Aslına bakarsak imkansızlığa inanmadığımdan dolayı içimde bir yerlerde her an karşıma çıkabilir hissi daima var olacaktı. Belki çoktan çıkmıştı bile ama ben tanıyamamıştım, öylece yanımdan geçip gitmişti. Ancak ona bir sözüm vardı ve ben de buna inanıyordum. Onu gördüğümde tanıyacaktım. Hem bir insan sekiz yılda ne kadar değişirdi ki öyle değil mi?
Değişebilirdi... Hem de çok fazla değişebilirdi. Ancak ben bunun farkında değildim.
"Günaydın." Bana günaydın deyip, yanıma oturan kişiye dönerken aslında kim olduğunu çoktan biliyordum.
Gülümseyen yüzüne baktım ve ben de gülümseyerek karşılık verdim. "Günaydın."
"Mesajını görünce şaşırdım doğruyu söylemek gerekirse," sırıtarak bana bakıyordu. "Erkencisin bugün."
"Oyuna getirildim." dedim gözlerimi devirerek. "Yaprak kurduğum alarmı öne almış, sabahın altı buçuğunda uyandım."
Kahkaha attı. "Bazen abla-kardeş değil, düşman olduğunuzu düşünüyorum." Duraksadı ve düşünüyormuş gibi yaptı. "Aslında anlamalıydım ama... Başka türlüsü olamazdı zaten. Rüya Elmas yarım saat bile olsa uykusundan ödün vermez."
"Yarım saat mi?" dedim kınayarak bakarken. "Bir dakika demek istemiştin galiba. Beni hiç tanıyamamışsın Zeynep."
"Ah, çok özür dilerim! Bir ayda anca bu kadar tanıyabildim."
İnsanlarla çabuk kaynaşabilen biri değildim. Önce o insanı iyice tanımam gerekirdi. Ancak bu sefer büyük, bayağı büyük, bir istisna yaşamıştım. Zeynep ve bir de Canan... O kadar çabuk kaynaşıp, sevmiştik ki birbirimizi bu durumu yadırgayamamıştım bile. Okula ilk geldiğimde Zeynep'in sıra arkadaşı olmuştum. Zeynep tıpkı benim gibi yeni gelmiş sayılırdı bu sınıfa. Geçen seneki sınıfında yaşanan olaylardan dolayı sınıfları bu sene dağıtılmıştı ve Zeynep önceki sınıfından birkaç kişiyle beraber bu sınıfa düşmüştü. O da doğru düzgün kimseyi tanımadığından anlaşmamız kolay olmuştu. Canan'da tek başına önümüzde oturuyordu. Okulda her şeyden en önce haberi olan, herkesle çabucak kaynaşıp uyum sağlayabilen, oldukça enerjik ve neşeli biriydi. Zeynep ise Canan'a göre çok daha sessiz sakin biriydi. Canan'la tanışıp kaynaşmamız da çok kolay olmuştu. Zeynep'le filmlerden hakkında konuşurken konu Marvel'e ve Avengers'e gelmişti. Bunu duyan Canan hemen bize dönmüş ve konuşmamıza katılmıştı. İkimiz de büyük Marvel ve özellikle de Avengers hayranıydık. Üçlü bir arkadaş grubumuz olmuştu böylece.
"Canan nerede kaldı?" dedim telefonumu elime alırken. "Ona da mesaj atmıştım, kantine gel diye."
Zeynep daha ağzını açamadan biri yanımdan kafasını uzattı ve dudaklarını yanağıma bastırıp sulu bir öpücük bırakırken konuştu.
"Geldim aşko."
Zeynep'le yüzümüzü buruşturduk. Canan bu hâlimize gülerek karşılık verdi. Ardından karşımıza kuruldu.
"Ee ne yapıyoruz böyle burada?"
"Oturuyoruz." dedik Zeynep'le beraber.
"Ciddi olamazsınız," dedi Canan gülerek. "Hadi sınıfa çıkalım. Çok sıkıcı burası."
"Daha yirmi dakika var dersin başlamasına. Hem ayrıca daha yeni geldin ne sıkılması?" diye söylendi Zeynep. "Otur işte."
"Hayır ya, gidelim hadi!" diye çocuk gibi söylenmeye başlayan Canan'ın ısrarlarına daha fazla dayanamayarak toparlandık ve sınıfa çıktık. Sınıfın yarısı bile gelmemişti daha içeri girdiğimizde. Sınıftakilere günaydın deyip cam kenarındaki yerlerimize giderken hemen öğretmen masasının önünde oturan Elif'e ilişti gözlerim. Sıranın üzerine bıraktığı kitaba dalmış gözüküyordu. Elif sınıftakilerin aksine benim hep dikkatimi çekmişti. Sessiz sakin, gerekmedikçe kimseyle konuşmayan, kendi hâlinde bir kızdı. İnek dediğimiz tiplemelerdendi. Tenefüslerde bile ders çalışıyor ya da kitap okuyordu ve yalnız takılıyordu. Bu beni bazen oldukça rahatsız ediyordu. Sınıfta herkes birbiriyle anlaşıp eğlenir ve bir bütün olurken o hep soyutluyordu kendini.
Cam kenarındaki yerime kurulurken Canan önüme oturup görüşümü kapatana kadar Elif'in sırtını izledim. Elif hemen üç sıra önümüzde oturuyordu. Canan nereye baktığımı fark etti hâliyle ve konuştu:
"Bir sorun mu var?"
"Yok," dedim öylesine.
"Niye diktin gözlerini öyle kıza o zaman?" dedi Canan gözlerini kısıp bana bakarken.
"Kime ya?" dedi olaya Fransız kalan Zeynep. Canan gözleriyle arkasını işaret edince Zeynep'de bir bakış attı. "Ne oldu ki?"
"Bir şey olmadı," dedim. "Bu kadar sessiz olup, kendini soyutlaması canımı sıkıyor sadece."
"Bazı insanlar öyle daha mutlular." dedi Zeynep omuz silkerek.
Kafamı iki yana salladım. "Çok yalnız baksanıza," dedim. "Hiç kimse bu kadar yalnız olmak istemez. Kimse mutlu olmaz yapayalnız. Evet, bazen insanlar yalnız kalmak isterler, bu da bir ihtiyaç sayılır. Ancak yaradılışımız gereği tamamen yalnız kalmak istemeyiz." Gözlerim Elif'in üzerine düşerken devam ettim. "Eninde sonunda o yalnızlıktan sıkılırız ve çevremizde bizi seven, bizim sevdiğimiz insanlar olmasını isteriz."
Bir süre konuşmadık. Hepimizin gözleri Elif'in üzerindeydi. Canan bize dönerken konuşmaya başlamıştı. "Geçen sene de onunla aynı sınıftaydık, biliyorsunuz. Ben bildim bileli de o böyle tek başına. Hakkında pek bir şey de bilmiyorum."
"Senin gibi herkesle anlaşıp, herkesle takılan ve herkesin ne olduğunu bilen biri nasıl olur da onun hakkında hiçbir şey bilmez." dedi Zeynep anlam veremiyormuş gibi.
"Tabiki onun yanına da gittim ve konuşmaya çalıştım zamanında. Ancak doğru düzgün konuşmuyor ki zaten." Dudak büzdü. "Bir süre sonra pes ettim ben de."
"Onu da aramıza alabiliriz bence." dedim Zeynep ve Canan'a bakarak. "Ne dersiniz?"
"O isterse neden olmasın?" dedi Zeynep.
"Bana kalırsa da güzel olur ama onun kabul edeceğini hiç sanmıyorum." Dedi Canan umutsuzca.
Ayağa kalkıp Elif'in yanına doğru hareketlenmeden hemen önce sırıttım ve konuştum. "Ben ne istersem olur."
Ve böylece bu dört kızın ölene dek sürecek kadim arkadaşlığı başlamış oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Senfonisi/BEFM (Senfoni Serisi I)
Genç Kız Edebiyatı"Mini mini bir kuş donmuştu, Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye, Cik cik cik cik ötsün diye. Pır pır ederken canlandı, Ellerim bak boş kaldı..." Acı acı fısıldadı küçük kız bunu: "Ellerim bak boş kaldı." Acı acı fısıldadı oğlan çocuğu bunu: "Elle...