Bahçeye çıktığında hava kararmıştı. Sadece ay aydınlatıyordu geceyi. Parlak dolunaya baktığında onu son gördüğü hali geldi aklına. Şu an göründüğünün aksine, mavi bir dolunaydı. O gece buna ne sebep olmuş olabilirdi? Eğer bir telefonu olsaydı bunu kolayca araştırabilirdi. 'Bu doğa olayı en son ne zaman görülmüş, bir daha ne zaman görülecek' hepsine milisaniyelik bir arama ile ulaşabilirdi. Burada uzun yola mecburdu ama o da imkansızdı. Araştırmak için bir kütüphaneye gitse, arapça okumayı ve yazmayı bilmiyordu. Resmen bir gecede cahil kalmıştı. (Hello boomers)
Burada ne kadar kalacağını bilmiyordu ama kesinlikle okumayı ve yazmayı öğrenmesi gerekiyordu. Kendini yetersiz hissetmeyi hiç sevmiyordu ama hayatının her anında ona kendini yetersiz hissettirecek şeyler çıkıyordu karşısına, çok şükür.
Dolunay meselesini zihninin bir köşesine itip Çelebi Mehmet'in mektupta bahsettiği gül bahçesini aramaya başladı. Karanlıkta çiçekleri zar zor seçebilirken kocaman bir bahçenin içinde gül bahçesini bulmak ne kadar zor olabilirdi?
Koklama duyusuna güvenerek patikalardan ilerliyordu. Bir anda takip edildiği hissine kapıldı. Kulak verdiğinde arkasından gelen çıtırtıları duyabiliyordu. Yavaşça ağaçlarla daha da karanlıklaşan bir yola girmişti.
Acaba Hüma Sultan onun işine karışıp Mehpare Sultan'ı tedavi ettiğini mi öğrenmişti? Şimdi de işini halletmek için adamlarını yollamıştı, belki de iri yarı oğlunu göndermişti. O adam onu çıplak elleriyle öldürebilirdi. Aklından binbir türlü şey geçiyordu. Bu kadar karanlık olmasaydı korkmazdı belki de ama arkasına bakmaya bile cesaret edemiyordu.
Takipçisi ona yavaş yavaş yaklaşıyordu. İki el beline dolandığında ne yapacağını bilemedi ve adamın elini ısırdı.
"Ah!" Adam acıyla inledi. "Ayperim ne yapıyorsun?"
Arkasını döndüğünde adamı ne kadar az ışık da olsa sesinden tanıdı. Bu Çelebi Mehmetti. Eftelya rahat bir nefes aldı.
"Siz ne yapıyorsunuz asıl?" dedi. "Beni korkuttunuz."
"Seni korkutmak istememiştim, ben olduğumu farkettiğini düşündüm." dedi mahçup bir ses tonuyla.
"Neyse," dedi Eftelya "Daha aydınlık bir yere geçelim mi?"
Daha fazla bu karanlık yerde kalmak istemiyordu. Üşüyormuş gibi kollarını kendine sardı. Fazla gerilmişti.
"Tabii," dedi Çelebi "Böyle yerleri sevdiğini düşünüyordum."
Eftelya cevap vermedi ve sanki yolu biliyormuş gibi önden yürümeye başladı. Az önce arayıp bulamadığı gül bahçesi birden karşısına çıkmıştı. Bu bahçe cidden bir labirent gibiydi. Gündüz burayı inceleyip yolları öğrenmeyi aklının bir köşesine yazdı.
Eftelya güllerle çevrili ahşap bir banka oturdu. Ay ışığı burayı güzelce aydınlatıyordu. Birkaç dakika öylece oturduktan sonra rahatladığını hissetti. Ayakta dikilen adama baktığında adam yere bakıyordu. Sanki ona kendini toplaması için zaman veriyordu.
"Canını yaktıysam özür dilerim." dedi. "O gerçekten güçlü bir ısırıktı."
Adam gülümseyerek ona döndü, sevgilisinin gerginliğinin geçtiğini anlamıştı. Bankta Eftelya'nın yanına oturup yüzüne düşen bir saç tutamını kulaklarının arkasına itti. Gözlerini kızın gözlerinden ayırmadan konuştu. "Benim için bir zevkti."
Eftelya yanaklarının kızardığını hissetti. Bu zamanda insanların böyle açık konuşuyor olması onu şaşırtmıştı ama insan hangi zamanda olursa olsun insandı ve temel iç güdü her zaman aynıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gelecekten Gelen Asilzade(Askıda)
Fiksi SejarahÖlüm hiç kitaplarda anlatıldığı gibi değildi. Anıların film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesi beyaz bir ışığa doğru ilerleme... Ölüm karanlık ve soğuktu. Çırpınmak istesen de çırpınamadığın, çırpınsan da kendini yukarı çekemeyeceğin dipsiz bir...