Saatler 7.00'ı gösteriyordu. Kilise çanı her zamanki saatinde çaldı. Clay uyanalı bir saat olmuştu ama henüz yataktan çıkmamıştı. Çanı duymasıyla yataktan çıkmaya kalkışması bir oldu. Yataktan çıktı banyoya girip duş aldı. Üzerini giydikten sonra biraz yulafın üzerine su ekledi. Bu gün canı daha yumuşak yulaf yemek istemişti. (Çok fazla seçeneği vardı sanki.) Yulafı biraz yumuşamaya bıraktı.O sırada posta kutusundaki harika kilisesinin gönderdiği ve Clay'in bayılarak okuduğu gazetelerini almak üzere bahçeye indi. Gazetesini alarak içeri girdi. Mutfak masasının üzerine bırakıp saçlarını yapmak için tekrar banyoya gitti. Artık bu aynayı da değiştirmenin vakti geldi diye düşündü önündeki kırık aynaya bakarak. Saçlarını sadece taradı gömleğinin yakalarını düzeltti. Ve mutfağa gidip sandalyeye oturdu. Yulafını yemeye başladı. Bira yandan da o harika gazeteyi okuyordu. Saat sekizi gösteriyordu. Clay yulafını yarıda bırakarak masadan kalktı. Dün geceden hazırladığı çantasını aldı. Son kez aynanın karşısında kendine baktı ve artık gitmeye hazırdı. Oldukça şık göründüğünü fark etti. Eee ne de olsa kiliseye şık gitmek gerekirdi. Öyle değil mi? Clay kapıdan çıktı ve saatini kontrol etti. Saat 8.15'di yani her şey dakikası dakikasına planladığı gibi gidiyordu. Yolda giderken insanların ne kadarda mutlu göründüklerini düşündü. Çok emin bir şekilde ama yarın daha da mutlu olacaklar dedi içinden. Saat tam 8.45'te kilisenin önündeydi. Barajın önündeki görevli oradaydı. Bir dakikadan daha kısa süre göz göze geldiler Clay'la. Kilise görevlisi içinden ne kadarda dinine düşkün birisi diye düşündü muhtemelen. Kesinlikle öyleydi. Sonuçta dini uğruna annesi, babasını, hayallerini hatta özgürlüğünü bile feda edebilirdi. Clay aklından yapacağı her bir hareketi atacağı her bir adımı düşünerek kiliseye girdi ve yerini aldı. Saatin 9.30 olmasını iple çekiyordu. Yanında duran raflardan bir din kitabı aldı. Ve okumaya başladı. Yani en azından dışarıdan bakan birisi kitabı okuduğunu düşünecekti. Saat 9.15'i gösteriyordu. Clay'in kiliseden çıkıp eve gitmesine tamı tamına 15 dakika kalmıştı. Ellerinde hafif bir terleme hissetti Clay. Ne o dedi yoksa heyecanlandınız mı Bay Clay Corner. Kendi kendine konuştuğunu başkası duysa muhtemelen delirdiğini düşüneceklerdi. Hoş zaten öyle düşünenlerde bir hayli fazladır büyük ihtimalle. Ama kendinden başka kimsesi yoktu. Ne anlaşabileceği, ne de konuşabileceği. Tam normal bir hayat yaşayacaktı ki (normal dediği hayata bile bir hap sayesinde kavuşabiliyordu.) o da elinden alındı. Saat tam 9.29'du. Kilise Memurları içeriye girdiklerinde Clay hiçbir şey olmamış ve gerçekten orada kitap okuyormuş gibi davranmaya devam etti. Artık bunu yapmaya hazır olduğunu hissetti. Hazır olmasa bile bunu eğer şimdi yapmazsa bir daha asla yapamayacaktı. Clay biraz aceleci ama bir yandan da gayet sakin bir şekilde çantanın içerisindeki Selenyum kaynağı Salvia Hispanica karışımının olduğu kabı aldı ve gömleğinin döşündeki cebine koydu. Daha sonra çantanın içindeki küçük fırçayı aldı. Onu da küçük kabın yanına cebine koydu. Saate baktı tam yirmi dakikası vardı. Elini çabuk tutmalıydı. Hemen devasa ve bu kasabadaki neredeyse tek bitki olan ağaca tırmanmaya başladı. Küçükken keşke ağaca tırmanmayı deneseymişim dedi içinden. Ağaca tırmanırken bir yandan da gördüğü her yaprağa Salvia Hispanica sürüyordu. Tamamen sürüp bitirdiğine emin olunca kabın dibinde kalan Salvia Hispanica karışımını boşa harcamak istemediği için barajın içine doğru olabildiğince yüksekten atmaya çalıştı. Artık sadece beş dakikası vardı. Hemen oradan inmezse yakalanması çok olasıydı. Tam inecekken gözüne kiliseden çıkan bir kilise memuru takıldı. Clay bir anda neredeyse bir buçuk metrelik bir mesafeden yere atladı. Muhtemelen ayağı incinmişti ama şuanda hiç önemi yoktu bunun. Yerde duran çantasından yere düşen dini kitabı aldı ve hızlıca geri içine koydu. Tam o sırada Kilise memuru Clay'i fark etti ve "Hey! Sen ne yapıyorsun orada? Clay acı çekerek. "Az önce kiliseden ayrıldım kiliseden çıkarken ayağımı burktum ve fena halde incinmiş olmalı çok acıyor. Acımın biraz hafiflemesi için bekliyordum burada. Bir sakıncası yoktur umarım." Dedi mahcup bir halde. Clay'a inanan kilise memurları; "Ah! Geçmiş olsun efendim. İsterseniz size eve kadar yardımcı olabilirim." Clay nazik bir şekilde; "Çok teşekkür ederim efendim hem sizi işinizden alıkoymamayım hem de kendim gidemeyecek kadar kötü değilim ama yine de bu teklifiniz için çok minnettar kaldım." dedi ve iyi günler dileyerek eve doğru yürümeye başladı. İçindeki mutluluğu tarif etmeye kelimeler yetmiyordu. O kadar mutlu ve umutlu hissediyordu ki. Artık tek olacak şey o yaprakların uçuşup baraja girmesiydi. Ama attığı kabın içindeki bulaşıkta yeterdi sanırım bunu yapmaya. Ama o yine de işini sağlama almayı tercih edip tamamen sevinmek için yarını beklemeyi tercih etti. Artık özgürlüğün sandığı kadarda uzakta olmadığını düşündü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİLDORA
FantasyÖzgürlüğün ütopyası. Okunursa ve beğenilirse diğer bölümleri de yayımlayacağım.🥰