Yavaş adımlarla ilerlerken kilisenin içinde yankılanan tek ses ayakkabımın zeminde çıkarttığı tokluktu. Sakince çarmıhta gerilmiş halde duran İsa'ya baktım. Başına dikenli bir taç geçirilmiş, elleri ve ayakları da tahtaya çivilenmişti. Elimi uzatıp yüzüne dokunduğumda kırmızı boya dökülerek elimdeki kana karıştı.
Kafamı sağa sola salladım ve "Kurtarıcısı olduğun halk seni öldürdü" diye fısıldadım.
Justus arkamdan gelip "Böyle inançların olduğunu bilmiyordum" dediğinde ona döndüm ve gülümsedim "İnanç değil Justus" içeri ay ışığını getiren kapıya doğru ilerlerken devam ettim "Sadece saygı"
Justus, İsa heykeline baktıktan sonra bana döndü. Ona son kez bakıp gözlerimi elime indirdim. Boyalar elimde yeni kurumaya başlayan kana karışıp tenimde rahatsız, pürüzlü bir his bırakıyordu. Dışarı çıkarken avuç içimi tahta kapının kanadına sürdüm. Tırnaklarım ahşabın gıcırdayarak çatlamasına neden oldu. Yemek beni çok heyecanlandırdığı gibi ani bir düşüşe neden olmuş ve ruhuma ağırlık çöktürmüştü.
Gözlerimi kapattım ve yüzüme vuran rüzgarla beraber derin bir nefes aldım. Burnuma, içerideki kan kokusuna karışan ıslak toprağın nefesi doldu. "Ölüm" diye fısıldadım "Hep böyle huzurlu mu kokar Justus?"
Yanımda olmasa da beni duyduğunu bildiğim adam da kendince mırıldandı "Acı çektiğin halde ölmediğin için ölümü huzurlu sanıyorsun kartopu"
Kafamı arkaya attım ve gözlerimin kenarından ona baktım "Kaç defa öldün?"
Bana baktıktan sonra eldivenlerini giymeye devam etti "Çok değil, belki iki" yüzünde hissiz bir gülümseme oluştu "Belki üç" omuz silkip bana döndü ve ellerini cebine koyarak yavaşça yanıma gelmeye başladı. Kafamı önüme geri döndürdüm.
"Demek" dedim kıkırdarken "Dokuz canlısın ha?"
Yanıma gelip durdu ve benim gibi karşıdaki boş arazilere bakmaya başladı. Gülerken sesi tıslar gibiydi "Bunu en iyi sen bilirsin" kafasını çevirip bana baktığını hissettim "Değil mi Adeo?"
130 yıl önce
Yavaş adımlarla bardan çıktığımda gürültü kulaklarımı delip beynime doluyordu. Kafamı kaldırıp bulutlu geceye baktım. Yanımdan geçen bir grup kız kıkırdadı. Derin bir iç çektim ve buhar olup çıkan nefesimi ağzımdan havaya üfledim. Bu gece oldukça soğuktu fakat insanlar ısınmak için çoktan bir araya gelmişlerdi. Ellerimi cebime sokup yürümeye başladım. Aynı koyunlar gibiydiler. Tek kaşımı kaldırıp kendi kendime gülümsedim. Belki de tavşanlar gibidirler.
Sakin adımlarla ilerlerken, dükkânların ışıklarını iyice arkamda bırakmış karanlığa girmiştim. Ara sokaklardan birinin önünden geçerken bağırma sesi duymamla oraya baktım. Sanırım kavga ediyrlardı fakat birinin ses tonu öylesine nefret doluydu ki tüylerim ürperdi. Merakla yolumu değiştirip oraya doğru ilerlemeye başladım. Yanından geçtiğim çöp konteynırına bir kedi çıkıp bana bakarak miyavladı. Ona dönüp kısık sesle "Şşt" dedim. Bizi belli etmemeliydi. Gülme isteğimi bastırıp bir iki adım daha attığımda ayağıma yumuşak bir şeyin deymesiyle durdum. Yoğun kan kokusu burnuma doluyordu.
"Birileri kötü şeyler yapmış" diye mırıldandığımda ileriden aynu tıslama sesini duydum "Görüyorum ki sende çok iyi sayılmazsın"
Gözlerimi kısıp siluetin aurasına baktım ve kıkırdadım "Ne güzel bir rengin var"
Güldü ve bana doğru bir iki adım attı. Ondan yayılan kin ve öfke dolu enerji beni besliyor gibi hissediyordum. "Hey" dedi "Nesin sen? Tuhaf kokuyorsun"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN YAZITI (+18)
ParanormalOnun ölüm kokan bedenine bakarak iç çektim. Kırmızılar içindeki vücudu artık hayatta olmamasına rağmen hâlâ şok dalgalarıyla sarsılıyordu. Yanına eğildim ve kafasını kendime doğru çevirdim. Gözlerindeki tüm hayat enerjisi akan kana karışıp gitmişti...