eğer mutluysa,

94 10 3
                                    

okul binasının arkasında kalan yeşil alan birçok öğrenci için öğle vaktini geçirme noktasıydı. bazıları oturur ve arkadaşlarıyla sohbet eder, bazıları oyun oynar, bazıları da yalnızca açık havanın tadını çıkarır ve uyurdu. ortam -normal olarak- gürültülü olsa da gürültünün kulak tırmalayan bir tarafı yoktu, aksine huzurluydu.

ta ki iyi şeylerin habercisi olmayan bir ses her şeyi bozana dek.

"atsushi-kun, sen ne getirdin?" merakla kendisinden alt sınıfta olan oğlanın bentosuna baktı ve gördüğü şeyle ufaktan ıslık çaldı dazai. "tamamen kırmızı et, nefis görünüyorlar!"

albino çocuk nazik bir gülümseme yerleştirdi suratına. "teşekkürler, dazai-san. ama.." cümlesine devam etmeden önce kahverengi saçlının etrafına bakındı. aradığı şeyi bulamadığından emin olunca konuştu: "sizin neden yemeğiniz yok?"

akutagawa -satranç kulübü partneri, kesinlikle iyi biri değil- avucunun içine iki kez öksürdükten sonra atsushi'ye ayıplarcasına baktı fakat bir şey söylemedi. albino olan birden o bakışların hedefinde olmasından ötürü kafası karışmış bir şekilde ona baktıysa da başka bir ses duymasıyla ilgisini o yöne verdi.

"belki aç değildir." diye bir yorumda bulundu higuchi -okul içi sosyal aktiviteler kulübünün başkanı, gözünden hiçbir şey kaçmıyor- omuz silkerek.

dazai derince iç çekti ve neredeyse bahçenin yarısının dikkatini üzerine çekecek kadar sesini yükselterek sızlandı.

"maalesef ki açım, higuchi-kun, hem de çok aç. lakin ne midemi benim yerime doyuracak biri var ne de cebimde tek kuruş para--"

yaptığı acıtasyon gösterisi akutagawa'nın şaşkın sesiyle kesildi.

"ama chuuya-san bugün okula geldi?" soru sorarmış gibi yöneldi dazai'a. kaşlarının arasında ufak bir kırışıklık oluştu. "yine onun yemeğini çalmayacak mısınız?"

bandajlı çocuk ağzını açamadan aralarına tanıdık bir ses girdi ve ortamdaki gereksiz ciddiliği anında bozdu.

"tabii ki de öyle yapacak." diye homurdandı nakahara chuuya, sakura ağacının gölgesine otururken. bacaklarını çaprazladı ve kırmızı bento kutusunu -normalden biraz daha büyük görünüyordu sanki- kucağına koydu. "kendine bile yararsızsın!"

kızıl saçlının kaba cümlesine hiç aldırış etmedi ve oturduğu yerde azıcık ona yaklaşarak ikna edici görünmeye çalıştı dazai. "sen buradayken zahmet etmeye ne gerek var, chuuya?" kedi misali mırıldandı.

"bir kişinin bütün sorumluluğu diğer kişinin omuzlarına yığması çiftler arasında sorun çıkarmaz mı?" diye sordu atsushi, kendi kendine konuşuyor gibiydi fakat sorusunu oradaki herkes duymuştu. higuchi içtiği meyve suyunda boğulurken akutagawa üç kez sertçe öksürdü ve hırıltılı sesiyle cevap verdi: "yine saçmalıyorsun."

bunun dışında ise...

"hızlı öğreniyorsun atsushi-kun. ama chuuya'nın on erişkin adamı idare edecek kadar güçlü olduğunu bilmelisin!"

"biz çift değiliz!"

albino çocuk çatık kaşlarıyla ikili arasında göz gezdirdi. bakışlarını en son chuuya'nın üzerinde duraklattı ve son sorusunu sordu.

"çift değilseniz neden dazai-san'ı siz besliyorsunuz, chuuya-san?"

bir süre durup dazai-san'a sinirli bakışlarını attıktan sonra atsushi'yi yanıtladı chuuya. "çünkü bu geri zekalı vasiyetine eğer açlıktan ölürse benim suçum olduğunu yazdı." dedi yarı yarıya homurdanarak. onun öfkeli ruh haline nazaran dazai'ın aurası gayet ışıltılı(?) gözüküyordu.

ilginç.

atsushi anladığını belirtircesine kısaca mırıldandı, ne de olsa bu ikilinin davranışlarının arkasında hiçbir zaman sağlıklı bir sebep bulamamıştı. şimdi de aynı şeyin olması onu etkilemedi, aksine gülümsedi.

şu an mutlu görünüyordu. geçen gün ruhu bedeninden çekilmiş gibiydi (nedeni chuuya-san'ın okula gelmemesi miydi yoksa fizik denemesine girmeleri miydi, bilmiyordu. gerçi tekrar düşününce, dazai-san ne zaman bir ders için endişelenmişti ki?).

herkes yemeklerine gömülürken kahverengi saçlı genç hala yanında oturan turuncu saçlıdan yemek çalmaya çalışıyor, girişimleri başarısız olunca sızlanıyordu. sesi iyice incelip neredeyse tüm okulun duyabileceği kadar tizliğe çıktığı an chuuya yemek çubuklarının arasında tuttuğu yengeç eti ve salatayı diğerinin ağzına soktu. kaşları derince çatılmıştı ve gözlerinden siniri açıkça okunabiliyordu. görmemek için kör veya aptal olmak lazımdı.

...dazai muhtemelen dahi bir aptaldı.

"yeter, tamam, yarısı senin olabilir!" dedi chuuya istemeye istemeye, dazai'ın surat ifadesi an itibariyle mutlulukla kaplandı. eh, iyi gören gözler için uzun boylunun ifadesini fark edince chuuya'nın yüz hatlarının yumuşadığını söylemek gayet de mümkündü.

dazai sevinçle mırıldanıp chuuya'nın elinden yemek çubuklarını aldı ve ağzına dolu dolu yengeç eti attı (sebzeleri özenle kenara itiyordu). diğerinin ne yaptığını görünce yeniden sinirlenen chuuya derin bir nefes çekti ciğerlerine, gün içinde bu kadar gergin olmak kesinlikle hem akıl hem de ruh sağlığına iyi gelmiyordu.

"yiyeceksen doğru düzgün ye, bok çuvalı!" ve kafaya kocaman bir yumruk.

bu sefer bahçede sinir bozucu bir sızlanma yerine acı dolu bir çığlık duyuldu fakat kimse takmadı.

dazai-san'ın kafası çelikten olmalı, o yumruktan sonra hala bilinci yerinde, atsushi yemeğini yavaşça yerken son olarak bunları düşündü. yüzüne küçük bir gülümseme yayılırken ekledi: yine de mutlu.

RETROUVAILLESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin