güvenlik kameralarına kısa bir bakış atıp tek tekerleği bozuk olan sandalyesinden kalktı ve arkasında kalan tuvaletin kapısını açtı. müşterilerin kullandığı tuvalet kadar temiz olduğu söylenemezdi, sonuçta çalıştığı yerin ne fazladan bir temizlik görevlisine ne de fazladan temizlik malzemelerine ayıracak bir bütçesi vardı. şu an çalışan temizlik görevlisi de gıcığın tekiydi, 'iki tuvalet temizleyeceksem ekstradan ücret alırım' deyip duruyordu. o yüzden müdür işçi tuvaletinin sorumluluğunu çalışanlara bırakmıştı. temizlik görevlisi bilerek müşteri tuvaletini kullanıyordu.
işini bitirdikten sonra etrafı hafiften kireçlenmiş musluğu açtı ve ellerini dibi kalmış sıvı sabunla yıkadı. hijyen takıntısı yoktu fakat bu bile ona fazlaydı, bir ara evinden malzeme getirip burayı temizlese iyi olacaktı.
tavanda asılı duran ampulden yayılan ışık arada sırada şiddetle titriyordu, bazen de azıcık sönüyordu. tavan alçısının dökülen yerlerine bakmadı bile, baktıkça sinirleri bozuluyordu. sabah uğrayan müşteri haklıydı; kimse böyle bir yerde çalışmak istemezdi.
ellerini kuruladığı sırada tadı neredeyse kaybolmuş olan çilekli cikletini birkaç kez çiğnedi ve ufak bir balon şişirdi. ıslak yüzeyle buluştuğu an yırtılan kalitesiz peçeteyi top haline getirip çöp tenekesine attı. buradan nefret ediyordu.
tuvaletten çıktı, arkasından kapıyı kapattı ve sandalyesine geri oturdu. her çarşamba günü restoran yirmi dört saat boyunca açık oluyordu ve restoranın başında durması için de bir çalışanın mesaiye kalması lazımdı. kimsenin kendi isteğiyle mesaiye kaldığı söylenemezdi (araya ek maaş girse de), genelde müdür karar verirdi kimin kalacağına. bu sefer herkesi şaşırtarak kendisi gönüllü olmuştu. eh, yaklaşan bir ev kirası vardı ve çalıştığı iki işten biri berbat bir yerde olduğu için arada sırada fedakarlıklar gerekiyordu.
tokyo ile karşılaştırıldığında yokohama'da çalışmak bebek işi geliyordu fakat işin aslı öyle değildi. yokohama'da genelde küçük yerler vardı ve büyük yerlerin bulunduğu caddelerin yanından dahi geçemiyorlardı. aralarında bir sınır bulunuyormuş gibiydi. küçük yerlerde de iş bulmak beklenmedik bir şekilde zordu, geriye kalan seçenekler de pek iç açıcı değildi maalesef. yine de devamlı egzoz kokan ve gürültüsü eksik olmayan tokyo'ya bakıldığı zaman burayı cennet biliyordu insan. bu yüzden chuuya kimdi ki şikayet edecekti.
düğmelerde ve tuşlarda gezen gözleri güvenlik kameralarına çevrildi. altı tane kamera vardı: biri müdürün odasında, biri mutfakta, biri güvenlik odasında, biri müşteri tuvaletinin önünde, biri çatıda, biri de kasa ve oturma yerlerinin bulunduğu yemek alanındaydı.
müdürün odası sakin ve sessizdi. her şey yerli yerindeydi. tavanda üçgen şeklinde bir leke vardı, sandalyesinin sırt dayama kısmındaki kumaş hafiften yırtıktı ve pamuklar tomurcuk misali ortaya çıkmıştı. masasının üstünde renk sıralamasına göre dizilmiş dosyalar bulunuyordu: lacivert, mavi, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı. mor olan dosya açıktı ve yüzüstü duruyordu. sıradan bir şey yoktu. saat 23.47.
mutfak restorandaki en temiz ve düzenli yerdi. müdür bütçenin yarısından fazlasını buraya harcıyordu ve her zaman yeni gibi tutmaya çalışıyordu. boya, alçı, hamburgerlerin ve patateslerin teslim edildiği minik kartonlar, malzemeler vesaire. saat 23.49.
güvenlik odası, yani chuuya'nın tüm zamanını geçirdiği yer neredeyse bir kıyafet odası büyüklüğündeydi. temiz tutmaya çalışsa da herhangi bir penceresi yoktu, temizlik yaptığında içerisi sürekli detarjan kokuyordu ve bu hiç hoş değildi. tuvalet minicikti ve kapı tokmağı kırıktı, bu yüzden chuuya midesi bozuk olduğu zamanlarda işe gelmiyordu. saat 23.52.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RETROUVAILLES
Fanficthat's okay as long as you can make a promise not to break my little heart or leave me all alone, in the summer [one shot & drabble collection]