14. Bölüm: Dost

89 46 62
                                    

İyi okumalar! Uzun zaman sonra yeni bölüm ile karşınızdayım. Taşınma sürecinde olduğum için ancak yazabildim. Bugüne kadar bu platform da birçok kitap yazdım, denedim ama tamamlayamadım. Bu burada yazıp bitireceğim ilk kitap olacak, hiç okunmasa da değer görmese de kendim için yazmaya devam edeceğim. Bu bölüm tamamlayıcı bir bölüm oldu diye düşünüyorum. Diğer bölümler ve Nilüfer için bekleme de kalın. İyi günler dilerim!

Yerinde duramayan ayaklarım, koridor boyunca gidip geliyordu. İçimde hem kötü bir his, hem de her şeyin iyi olacağına dair bir umut vardı. Belki bu defa, sadece bir kere olsun, şans bizim yüzümüze gülerdi. Buna tüm kalbim ile inanmak, güvenmek istiyordum. Ve bunda yalnız değildim.

Aylardır beklediğimiz gün gelip çatmıştı. Normal tarihinden iki ay daha erkene çekilmişti mahkeme günü.  Emin olamadığım konu ve içimdeki kötü hissin sebebi buydu; mahkeme gününü erkene alan taraf karşı taraftı. Bu demek oluyordu ki, ellerinde bir koz vardı, ya da güvendikleri birileri. Güvensizliğim içimi kemiriyor, nefesimi kesiyordu. 

Bir can, tertemiz iyilik dolu bir insanın canı alınmıştı, bu ölümün cezasız kalması içimde bir yerlerde büyük bir sinire sebep oluyordu. Adalet yerini bulmalıydı, zorundaydı. Gergin bir şekilde Selin'in yanındaki sandalyeye oturdum. Tam karşımdaki saat 10.45'i gösteriyordu. Duruşma 11.00'da başlayacaktı. Zaman geçmek bilmiyor, geçmedikçe de insan da hal bırakmıyordu.

Derin bir nefes alıp etrafı incelemeye koyuldum. Uzun bir koridorun en sonunda idik. Beyaz ve gri renklerinin hakim olduğu duvarlar, insana kasvet veriyordu.  Biraz olsun renk getirsin diye olmalı ki , her iki metrede bir saksıda yetiştirilmiş yeşil bitkiler konulmuştu. Üçlü geniş ama rahtsız sandalyeler sanki insanların oturması için değil ortamdaki kasveti tamamlaması için konulmuştu. Bu rahatsız sandalyelerin birinde, elim kolum bağlı bir şekilde oturuyordum. Yanımda Selin vardı,  o da benden farklı değildi. Gözlerini Evren'e dikmişti, her zaman sert bakan kahve gözlerinde endişe kırıntıları vardı. Onun gibi ben de Evren'e baktım. Simsiyah bir takım giymişti. Normalde de beyaz olan teni daha da solmuş, buz rengi gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu. Özentisiz gibi görünmekten çok düşünceli ve yorgun görünüyordu. Yanında kırklı yaşlarının sonunda olduğunu düşündüğüm bir adam vardı, sanırım üvey babasıydı. Aynı zaman da avukat idi. Evren'in tam zıttı şeklinde siyah saçları arasına serpilmiş beyazlıklar, koyu kahve gözleri vardı. Birbirlerine benzemeyen simalarında ortak bir gerginlik hüküm sürüyordu. Son kez olsun detaylar hakkında konuşuyor olmalılardı.

Yiğit de tıpkı Evren gibi siyah siyah bir takım giymişti. Her zaman ki rahat giyiminin dışında olmak şu an düşündüğü en son şey bile değildi. Evren ve babasının konuşmalarına ortak olmuş, çatık kaşlar ile onları dinliyor, bazen de konuşmalara katılıyordu. Üzerindeki bakışlarımı hissetmiş olmalı ki, bakışları bana döndü. Tüm bu kargaşanın arasında küçük bir tebessüm hediye etti bana.

Aylar öncesinde bu insanları tanımıyordum bile. Şimdi ise üzüntülerini kendime üzüntü, mutluluklarını kendime mutluluk biliyordum. Şimdi düşünüyorum da, ne tuhaf başlamıştı hikayemiz. Bundan üç ay önce tanımadığım insanların başına bir şey gelse, ne yapardım bilemiyorum. Oysa bizi bir araya getiren şey de bir ölümdü.

Bir ölüm, bir can, Doğan Pusat. Aslen hiçbir zaman görmediğim bu adam yüreğimde bir yerler de derin bir üzüntüye sebep oluyordu. Doğan Pusat, hayata her zaman umutla bakan, umudu olmayan insanların hayatlarını kurtaran biriydi. Sayısız çocuğa yardım etmiş, hiç kimseye duyurmadan  bir çocuk yetiştirme yurdu açmış. Hani derler ya pelerinsiz kahraman diye. Böyle bir adammış işte. Yaptığı tüm iyilikleri insanların gözüne sokmadan gizliden gizliye, gururlarını kırmadan yapmış. Böyle bir insanın kime ne zararı dokunur ki... Tabii insan doğasında olan bir kanun var: Kötülük her zaman en yakınlarından gelir.

Rüya KapanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin