Merhabalar! Sabrınız için teşekkür ederim, yeni bölümle karşınızdayım. Bu bölümde pek heyecanlı bir dilek yok çünkü bir okuyucu hayatından bir kesit istedi, ben de böyle bir şey yazdım. Unutmadan hala dileklerinizi atabilirsiniz. :) Umarım seversiniz, iyi okumalar!
Hart hurt... Hart hurt...
Elmanın ağzımda çıkardığı ses evdeki tek gürültüydü. Herkes sanki aramızdaki bağ tek bir sözle kırılabilirmiş gibi sessizlik içinde oturuyordu. Derin bir iç çektim.
Evde kalmak iyi bir fikir değildi. Sanki bir yararı olabilecekmiş gibi meyve yiyor, annemin ne zaman ağlayacağı üzerine kendimce tahminlerde bulunuyordum. Hayır kesinlikle iyi bir fikir değildi.
Sıkkınlıkla telefonumu elime aldım.
13 Mesaj, 4 Arama.
Kimden olduğuna bakmama gerek bile yoktu aslında. Ama belki annemin kırmızı gözlerini veya babamın daha da beyazlaşmış saçlarını daha fazla görmek istemediğinden hepsine teker teker baktım.
Mesajlar Melis'dendi. Geçen gün söylediği cümlenin vicdan azabıyla kıvranıyordu. Derin bir nefes verip telefonumu cebime koydum, şu an kimseyle konuşmak istemiyordum.
Aslında kırgın değildim. Sonuçta dost acı söylerdi. Ve Melis'in söyledikleri durumumun en öz haliydi.
Benim bir geleceğim yoktu.
Ama yine de onunla veya Deniz ile konuşmak için kendimi hazır hissetmiyordum.
Yavaşça kalkıp elmayı çöpe attım ve salona geçtim. Ev her zamankinden daha kasvetli, daha soğuktu. Karanlık, her şeyi avucuna almış bizi boğuyordu.
Salona geçerken kitaplıktaki fotoğraflara gözüm takıldı..
Lara 3 yaşında...Lara 5 yaşında...Lara 10 yaşında...
Peki altı ay sonra ne olacaktı? Salonun orta yerine fotoğrafım konulacaktı. Büyük olasılıkla annemin güzel, benim çirkin bulduğum fotoğraflardan biri. Evin kasvetli havasını daha da ağırlaştırmaktan başka bir şey yapamayacaktım. Sadece fotoğraflarda ve videolarda yaşayan geçmişin bir hayaleti olacaktım.
Hayattaki en büyük başarınız nedir?
Hmm, bir düşüneyim galiba salonun orta yerini süslemiştim.
İşte ben buydum. Amacı olmamış, amacı olmayan ve amacı olmayacak bir ruh.
İçim garip bir hüzünle dolarken annemin hıçkırıklarını duymamla kalbim sıkıştı.Ruhum sanki lime lime ediliyor ve eve hakim olan karanlık boşlukları dolduruyordu.
Hayır, burada kalamazdım.
Hızla ceketimi kapıp kendimi soğuk havaya attım. Bugün bir şey yapmak istemiyordum. Bir beklentim olmasını istemiyordum.
Madde 6: Hiçbir şey yapma, oluruna bırak.
---
Zamanı kısıtlı olup bunu boşa harcayan tek insan olmalıyım. diye geçirdim içimden.
Sahil kenarında başıboş yürüyordum. Keskin deniz kokusu burnumu tırmalıyor, hafif esinti yüzümü okşuyordu.
Bir süre sonra çelimsiz bacaklarım isyan edince kenardaki bir banka iliştim. Ve uçsuz bucaksız deniz ile sahilde yürüyen insanları izlemeye başladım. Sevgililer, koşucular, aileler...
Annelerinin elini tutan çocukları görünce içim burkuldu. Bu dünyada ölüyor olmaktan daha kötü bir şey varsa o da ölmekte olan kişinin ailesi olmaktı.
Ailem için üzülüyordum ama bir yandan da onlara karşı kızgındım. Sanki tüm bunların sorumlusu onlarmış gibi.
Beni dünyaya getirmeleri işledikleri büyük bir suçmuş gibi.
''Hayat, madem benden nefret ediyordun o zaman niye baştan dünyaya gelmeme izin verdin?''
Ancak sorumu cevaplayan tek ses dalgalar ve huysuz çocuk çığlıkları oldu. Yanaklarım gözyaşlarıyla ıslanırken iç çektim.
Eskiden dansçı olmak isterdim. Dansa yazılmamın en büyük sebebi buydu. Şimdi ise dans ettiğim tek yer düşüncelerimdi.
Ölüm bana gülümsemiş, hayallerimi elimden almıştı. Onları uçan balonlarmış gibi gökyüzüne salmıştı ve bu olabilecek en büyük işkenceydi.
Onları uzaktan görecektim ama bir daha asla benim olmayacaklardı. Belki başkasına konarlardı.
''Niye ağladığını sormak fazla klişe olur sanırım.''
Hızla başımı kaldırdım. İri yarı, kumral saçlı bir çocuk alaycı bir gülümseme eşliğinde bana bakıyordu.
''Ban ağlamıyorum.'' dedim gözlerimi kaçırarak.
''O zaman gözüne deniz kaçmış galiba.''
Gülümsedim. Çocuk bundan güç alarak yanıma oturdu. Yüzünü yakından görünce kaşlarımı çattım. Bana oldukça tanıdık geliyordu.
''Şimdi söyle bakalım. Bir kızın bu kadar çok yemesini gerektirecek ne olabilir?''
Şaşkınlıkla ona döndüm. Bu oydu. Atlas Kafe'de çalışan garson çocuk.
Yine alaycı bir şekilde gülümsedi. ''Onları taşırken baya yorulmuştum.''
''Üzgünüm.'' dedim bakışlarımı ona sabitleyip.
''Üzülme, zaten yeterince üzgün görünüyorsun. Sorun ne anlatmak ister misin?''
Başımı iki yana salladım. Kimseyi daha fazla dertlerimle boğmayacaktım.
''Peki o zaman ben başlayayım. Adım Tan. Babam yüzünden zorla bir kafede çalıştırılıyorum. Anlayabileceğin gibi bu iş hiç hoşuma gitmiyor. Dışarıda onca şey varken ben o aptal kafede o aptal yemekleri taşıyıp zengin züppelerin tafralarını çekiyorum.'' Ardından ekledi. ''Üstüne alınma.''
Cevap beklercesine bana baktı. Ama benden alabildiği tek ses ufak bir kıkırtı olunca kaşlarını çattı. ''Hadi ama ben sıramı yaptım. Şimdi senin sıran.''
''Adım Lara.'' dedim gülümseyerek. ''Seninki kadar üzücü bir hikayem yok.''
Tan dudaklarını büzdü. ''Bu geçerli bir mazaret değil.''
''Peki o zaman.'' dedim yeniden söze başlayıp. ''Karanlık tarafından sarmalanmış durumdayım. Ne kadar kaçarsam kaçayım, bulabildiğim ve bulabileceğim tek şey daha fazla karanlık olacak. Ve artık insanları da yanımda sürüklemek istemiyorum.''
''Peki ya insanlar istiyorsa? Sonuçta ne kadar karanlık olursa yıldızlar o kadar parlak görünür.''
Madde 6:Tamamlandı.Umarım sevmişsinizdir. Sondaki söz Maksim Gorki'nin bir sözünden alıntılanmıştır. :)Yeni bir karakter eklendi ^^ Ancak şimdi üzülerek belirtiyorum ki sınav haftasından dolayı önümüzdeki iki hafta yeni bölüm gelmeyecek. Affınıza sığınıyorum :( Neyse hepinize iyi yIllar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölmeden Önce 100 dilek
Roman pour AdolescentsEğer aradığınız şey mutlu bir son veya birbirine kavuşan aşıklarsa bu hikayeyi hiç okumayın derim. Çünkü bu hikayenin sonu belli:Ölüm. Lara 16 yaşında kanser hastası bir kızdır. Ve bir gün doktorlar ona 6 ay kadar ömrünün kaldığını söylerler. Bu yık...