boş mezar

10 2 0
                                    

       Küçükken, yakartop oynarken sürekli Tuğçe çorba çevirirdi. Aklımı karıştırdı, ben de kızardım tabi. Hep oyuna başlamadan önce “Çorba çevirme!” diye uyarılarda bulunurdum. Hatta küsmekle bile tehdit ederdim, küçüklük işte. Ne saf ne güzel günlerdi. O zamanlarda, sürekli büyümek isterdim. Şimdi ise o saf günlere geri dönmek istiyordum. Büyüdükçe kalbimdeki yara daha da derinleşti. Dertlerim belalarım arttı. Hayat o zamanlarda oyun gibi bir şeydi ama artık çok gerçekti. Göremediğimiz yüzünü görmeye başladım. Artık kavgalarımızın sebebi oyuncak paylaşamamak da değildi. Her şey daha da ciddi, daha da gerçekti. Küçüklükten kalan masumiyetim de yoktu.

       Keşke şimdi de yakartop oynarken aklım karışsaydı. Evet, yine aklım karışıyordu ama bu sefer Tuğçe değildi, aklımı karıştıran. Hem de bu sefer aklımı karıştıran şey, bir oyundan ibaret de değildi. Berk ve bana olan saçma sapan tavırları... Bir bakıyorum çok iyiyiz, sonra bir daha bakıyorum sanki hiç iyi olmamışız da kırk yıldır düşman gibiydik. Neye inanacağımı şaşırmış bir vaziyette kafayı yemek dışında hiçbir şey yapamıyordum.
       “Kızlar!”
       Gelen ses tanıdıktı. Berca ve Gonca! Giydikleri kıyafet, yüzlerindeki makyaj, saçlarındaki fön..! Pijamalı halleri aklıma geldikçe sanki şu anki halleri ile kıyaslayamıyordum bile. Makyaj kıyafet onları fazlası ile değiştirmişti. Önceden de güzellerdi ama şimdi bambaşkaydılar. Bu hazırlık bizim için veya bu mekan için olmadığı belliydi. Berk, Murat ve Çetin için olduğunu anlamak için beyine bile gerek yoktu. Yanımıza gelip sandalye çektiler.
       Gonca, Berk'e elini uzatıp kendini tanıttı. Kalbi resmen ağzında atıyordu. Berk önce gözlerini bana çevirdi, sonra da Gonca’ya. Eline hafif bir öpücük kondurmasıyla neye uğradığımı şaşırdım, gözlerimi faltaşı gibi açtım. Elimdeki suyu birden Berk’in üzerine döktüm. Ardından da bilmeyerek yapmış gibi özür sözleri sıraladım.
       “Eylül ne yapıyorsun?” Birden kızgınca ayağa kalkması ile ben de kalktım.
       “Yanlışlıkla oldu. Bilerek yapmışım gibi ne bağırıyorsun?”
       “Tabi tabi! Kesinlikle yanlışlıkla yapmışsındır. Neyse ben bir lavaboya gidip geleyim.” dedi ve gitti. Kızlara dönüp sinirli bir şekilde burada ne işleri olduğunu sordum.
       “Tuğçe çağırdı!” Bir anda kafamı Tuğçe’ye çevirdim.
       “Ne? Ben mi çağırdım sizi?” Belli ki azar yemekten kaçırıyorlardı. Hayran olduklarının önünde rezil etmek bana yakışmazdı. Onlarla sonra görüşeceğimi söyleyip yerime oturdum. Berk de gelip oturdu. Tabi Gonca durmadan hemen konuşmaya başladı. Aptal sarışın seni!
       Gözlerini Berk’e çevirdi. Zaten ne zaman ayırmıştı ki? “Demek Eylül ve Tuğçe sizin hayatınızı kurtardı. Ben de orada olsaydım hiç düşünmeden atlardım çetenin içine.” Ben de dahil, herkes gözlerini faltaşı gibi açıp Gonca’ya baktı.
       “Ne yapmışlar ne yapmışlar?” Berk'in sorusuyla hemen olaya müdahale ettim. Gonca’nın bacağını sıktım ve gülümsedim Berk'e.
       “Boş verin ya... Çok da şey değil!” Yapmacık bir bebek gibi sırıttığımı çok belli etmemişimdir umarım. Konunun hemen kapanması için dualarımın ardı eksik olmuyordu.
       “Ya Eylül gurur yapma Allah’ın seversen.” Gonca az daha konuşursa ağzının ortasına bir tane indirecektim, bir daha konuşmayacaktı. “Berk, Eylüllerin hakkını ödeyemezsiniz. Ya Eylüller orada olmasaydı ve adamın elindeki bıçağı fark etmeseydin? Ay Allah korusun..!” 
       “Hangi bıçak?” Berkin soruları daha da feciydi. Allah’tan Erdal ustam henüz gelmemişti.
       “Tanışma hikayeniz diyorum canım.” Berk sadece o cümleyle her şeyi çözmüş gibiydi. Şimdiye kadar anlamaması ayrı bir felaketti. Erdal Ustaya ayrı, Gonca’ya ayrı, sınıftakilere ayrı ve hocaya ayrı hikayeler... Oh ne güzel yalan da üstümüze yoktu, yemin ederim. Yalandan nefret eden ben, yalan kraliçesi oldum resmen.
       “Anladım güzelim..!” Berk, Gonca'ya güzelim mi dedi, ben mi yanlış anladım..? Yok yok, dememiştir. Dedi ama..?
        Gonca saçını sağa sola sallayıp gülümsedi. Şımarık işte! Berk ise bana bakıp sözlerini devam etti. “Evet tam da dediğiniz gibi olduğuna eminim. Eylül ve Tuğçe sayesinde kurtulmuşuzdur. Aynen öyle olmuştur.” Duyulan geçmiş zaman kipi ile anlatılması çok dikkat çekmişti. Sanki yalan söylüyorduk(!)
       Berca’dan gelen “Nasıl yani?” sorusuna şaşırmamak gerekirdi.
       “Şaka yapıyorum!” diye yine her şeyi açığa kavuştururdu, Berk. Tuhaf bir imayla bakıyordu. Kızlarda uzunca bir konuşmayla yemeğini zor da olsun yer yemez, tavsiyem üzerine masadan kalkmıştık. Bütün masrafları Berk'e kilitlemiştik. Murat ödemek için dirense de, Berk bunu erkekliğine yediremezdi. Tipik maço erkek imajı bu olsa gerek!
       Dışarı çıktığımızda bu sefer beş kişi değil, yedi kişiydik. Çetin, Gonca’ya baktı. “Güzelim çok sevindim. Bu son olmaz diye umuyorum.”
       “İsterseniz yine tekrarlayabiliriz.” Gonca'nın yerinde olsam “Hadi lan oradan!” diye başlardım, bacısında bitirirdim. Bildiğiniz kıza yürümüyor, koşuyordu.
       “Siz ne ile geldiniz?” Yanında arabası bile yoktu. Berk'in arabasıyla gelmiştik ve onunla geri dönecektim. Ayrıca hiç sıkışık sıkışık gitmeye de niyetim yoktu. Nasıl geldilerse öyle gitsinler. Eğer Çetin’in çok götüresi varsa kaldırımlar boştu.
       Berca cebindeki anahtarları tutup bize doğru salladı. “Aracımızla geldik!” Araba arabaları mı vardı? “Bekleyin!” dedi ve gitti. Birkaç dakikalık bakışmalarımızın ardından üç tekerlekli bisiklet gibi bir şeyin üstünde geldi. Bu muhteşem bir şeydi. Güldüm ama mükemmel olduğunu da gizleyemedim. Zorla da olsa Berca’yı araçtan indirip kendim bindim. Herkes gülüyordu ama şu an hiç de umurumda değildi. Kırmızı beyaz renklere sahipti. Rahatlığını anlamak için hissetmeye gerek yoktu, görmek yeterliydi. Yeni alınmış gibi görüntüsü vardı. Kornaya basılı tuttum ve yoldan geçen tüm insanların odağı oldum anlık olarak. Korna, bisiklet de dahil olmak üzere tüm araçların vazgeçilmeziydi. Fren olmayabilirdi ama korona asla..! “Oğlum bu mükemmel bir şey!”
       “Hiç bir şeyi beğenmeyen Eylül Vural, üç tekerlekli elektrikli motoru mu beğendi? Pes artık..!” Berk’in aklında deli sorular... Şu an onun lafları bile umurumda değildi. Motorla uzun uzun aşk yaşamak istiyordum, hayatımın bir parçası olmasını istiyordum.
       “Bununla gideceğim!” Berk’in yüzündeki gülümsemesi aniden kaybolmuş, kaşlarını çatmıştı.
       “İzin veren kim?” Bir de Berk Çağlar’dan izin mi alacaktım?
       “Anlamadım?..” dedim umursamazca.
       “Bin şu arabaya gidiyoruz, kaza falan yaparsın, seninle uğraşamayız.” Yine Berk ve yine o saçma sapan emirleri..! Ona neydi?
       “Hayır!”
       “Bineceksin!”
       “Binmeyeceğim!” Herkes bize bakıyordu, ne yaptığımızı anlamayan gözlerle. Bende anlamıyordum.
       “Eylül bineceksin! Kaza falan yaparsın bir de seninle uğraşmayalım. Yeterince ölüm korkusu tattırdın zaten.” Bu cümlesinden sonra aklıma ilk olarak benim intihar ettiğimi zannettikleri an geldi. Benim için endişelenmesi hoşuma gidiyordu ama bu beni motordan ayırmaya yetmiyordu.
       “Berk giymeyeceğim!”
       “Eylül Vural, sana bin dedim.” Sesi yine sert çıkmıştı. Bir an korkmadım desem yalan olurdu. Asla bana neden böyle davrandığını, niçin bana bir iyi bir kötü olduğunu anlayamayacaktım. Bütün kızlara yumuşak davranıyordu, bana gelince sert. Benimle derdi neydi bilmiyorum ama gerçekten patlamamak için zor duruyordum. Biri hatırlatsın  Berk Çağlar’a, ben pimi çekilmiş bomba gibiyim, her an patlayabilirim. Bu sözleri ona söylediğimi düşünüyordum ve bu düşünceden acilen uzaklaşmam gerektiğini fark ettim. İçeride bile sadece sinirlendim ve ona bağırdım diye komik bakan gözlere maruz kaldım. Allah bilir bunu söylesem ne yapacaklardı?
       “Berk Çağlar, ben o arabaya binmeyeceğim.” İnatlaşmak konusunda fena sayılmazdım.
       “Buraya benimle geldin, benimle döneceksin. Eğer sen binmezsen, ben seni ben indirmesini bilirim.”
       Tuğçe tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken, Murat parmağı dudağını kapattı. İki seçeneğim vardı; ya binecektim ya da binmeyip Berk'in elinden toprakla buluşacaktım. Bu yaşta ölmek iyi olmayacaktı ama ben yine de kendi bildiğini okuyacaktım. “Ben seninle gelmiyorum.” dedim ve sustum.
       “Gör bakalım, geliyor musun, gelmiyor musun..?” deyip birden beni sırtına attı. Defalarca tekmeledim, sırtını yumrukladım ama çocuk ruh diyor peygamber demiyordu. Kasla kaplı vücuduna her vuruşumda, daha çok benim canım yanıyordu.
        “Bırak beni!”
       Murat, arabanın ön kapısı açıp Berk'e suç ortaklığı etti. Ben ise arabaya binmemek için tüm çabamız sergilemiştim ama hiçbir işe yaramamıştı. Yine ön koltukta kemerim takılı, kapılar kilitliydi. Onun muntazam araca bilmediğimden olacak ki kendimi aldatılmış gibi hissediyordum. Neyse ki artık benimdi, en azından sayılırdı. Her gün ona binebilecektim, Bercalar sağ olsun tabi ki. Arabadaki radyoyu açtım. Nilüfer’den Caddelerde Rüzgar çalıyordu. Eski bir parçaydı ama hala kulağa hoş geliyordu, zaten şu an aldatılmış gibi kötüydüm. Tam da buna uygundu başıma cama yasladım ve kendimi müziğe odaklamaya çalıştım. Her saniye başı kafamı cama çarpıyordum ve bu beni fazlasıyla sinirlendiriyordu, odaklanmama engel oluyordu ama filmlerde böyle olmuyordu. Daha fazla dayanamadım ve kafamı kaldırdım. Yine aynı ekip, aynı araba ve yine aynı yerdeydik..! Yurda varmak üzereydik. Kimse konuşmuyordu. Hırçınımı alamamış olacağımdan ki yüzümü Berk'e çevirdim.
       “Sen niye bütün kızlara iyisin de bir bana kötüsün?” Kadın ve erkek olarak değil de, insan olarak algılamayı tercih ederdim, çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği, her zaman en değer verdiğim konulardan biriydi ve her zaman benim gündeminde olmayı başarmıştı ama Berk, erkeklere de kötü davrandığı için bu cümleyi söylemenin en doğrusu olduğunu düşündüm. Arkamdan gelen Tuğçe’nin isteği az da olsa özgüvenim artırmıştı. “Evet Berk! Senin Eylül’e derdin ne?”
       Kulağım birden Çetin’den gelen sese gitti. “Hiç bir derdi yok, herkese davrandığı gibi davranıyor. Siz niye Eylül'e farklı davrandığını düşünüyorsunuz ki?” Bu hikayede Berk, kendini bir şey sanıyordu, ben değil. Niye olay, benim üzerime kaldı.
       “Çetin!” dedi, Tuğçe.
       “Efendim..!”
       “Sen körsün!” Lafını da attan sonra Berk arabayı durdurdu ve yurda inmemiz için arka kapıyı açtı. Tuğçe’nin inmesi ile Murat’ta indi. Çetin'in de halletmesi gereken işleri varmış. Ben de kemerimi çıkarıp tam inecekken kapının kilitli olduğunu fark ettim. Yine mi?
       “Şu kapıyı aç..!” Camı açıp Tuğçe çağırdı. “ bizim Eylül ile biraz işimiz var, bizi merak etme!” Dedi ve bir daha kızın cevap vermesine bile fırsat vermeden arabayı sürüp gitti. Hızlı kullanmayı seviyordu ama bahse girerim kendisi sürmüyorken başka birinin yanında bu kadar rahat olacağını sanmıyordum.
       “Sana şu kapıyı aç dedim!”
       “Bana emir verme!”
        ne dersem o bir insan bunu derken bile emir verir miydi

YILDIZI BOZAN PARÇA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin