MASKELİ ADAM

8 2 0
                                    

                                           BERK ÇAĞLAR

       “Değil! Bu Eylül değil!”

       Murat’ın bağırmasıyla büyük bir gülümseme patlattım. Şuan dünyanın en mutlu adamı olabilirdim. Bu kadar kısa süre de belki de hiç olmaması gereken kişiye bu kadar değer vermem o kadar tuhaftı ki..!
 
       Hem de hiç benzemiyordu ve onun Eylül olmadığına o kadar emindim ki. Elimde sarılı olan Çetin’in tişörtünü hemen yere fırlattım. İstemsizce ağzımı kocaman açmış sırıtıyordum. Zaten bu kızın cildi Eylül’ün gibi pürüzsüz değil ki. Cildinde pekeler var. Kaşları da Eylül’ün kaşları gibi hilal değil. Kirpikleri de onun gibi uzun değil. Saçları Eylül’ün saçları gibi parlak değil. O...O apayrı bir kız. Çünkü o Eylül Vural!

       “Değil mi?” dedi ve Murat’tan ayrılıp, gözlerini ölen kıza dikti, Tuğçe. Her yeri paramparçaydı. Kanıyordu. Elli iki katlı bir binadan atlamak ne demek? Derdi neydi ki bu kadar büyük? Şu üç günlük dünyasının neden daha da kısasını yaşadı ki? Sebebi ne olursa olsun hiç bir şey için değmezdi. Hemşirelerin konuşmasına kulak misafiri olduğum için sırt üstü düştüğünü öğrenmiştim. Ve anladığım kadarıyla bir çok yerini temizlemişlerdi. Yüzünün üstüne düşmemiş olsa bile yüzü tanınmakta zorlanıyordu. Daha önce gördüğüm iğrenç görüntülerden sonra bu kanlı görünüm beni fazla etkilememişti. Aksine Eylül olmadığı için halay geçmek dahi istiyordum.

       Tuğçe’nin mutluluk çığlıkları en güzel sesti. İnsana huzur veriyordu. Ya Murat ve Çetin’e ne demeliyiz? Murat sevinçten Tuğçe’yi kucaklayıp etrafında döndürdü. Çetin ise ölü kadının bedenine sarıldı.

       “Bilader canlı kızlar yetmedi, şimdi de ölülerle mı takılıyorsun?” Murat esprisiyle mutluluğumuza mutluluk kattı.
       “Şimdi ki plan nedir?”

                                                 EYLÜL VURAL

       “Kimsiniz lan? Açın gözümü! Alo, kime diyorum? Ne istiyorsunuz, şerefsizler?”

       Ayak sesleri vardı ama konuşan yoktu. Saatler önce ayrıldım ama görüntü hala karanlıktı. Tek korkum karanlıkta kalmaktı ama nedense saatlerdir korkumla baş başaydım. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da korkuyordum hatta korkudan tir tir titriyordum. Yalnızdım. Şuan Tuğçe’nin yanımda olmasını çok isterdim. Kendime geldiğimden beri sürekli konuşuyordum ve halen konuşmaya devam ediyordum.

       “Kes sesini!” dedi kalın ses tonuna sahip adam. Sesini daha önce hiç duymamıştım.

       “Kesmiyorum. Daha nereye geldiğimi bile bilmiyorum. Aç, lan gözümü!” Evet! Korkuyordum ama hala güçlü durmaya da özen gösteriyordum.

       “Anlaşıldı, seninle başa çıkamayacağız. Gözünü açarım ama tek bir şartım var.” Dedi adam.

       “Söyle!” dedim, kulağım adamda.

       “Bağırmak yok.”

       “Tamam bağırmak, zaten boğazlarım ağrıyor.” Diye ufaktan bir bahane attım.

       Adamın ayak seslerini bağlı oturduğum sandalyenin arkasında hissettim. Elleriyle gözlerimi kapattığı bandı çıkardı.

       Burası mumla aydınlandırılmış ama hala karanlık gibiydi. Bomboştu. Sadece bir tane soba ama tanımıyordu. Büyük bir oda denilebilirdi. Tabi Berk’in yatak odasına göre bir hiçti. Kafamı yavaş yavaş arkaya çevirdim. Karşıma uzun boylu, balık etli bir adam çıktı. O kalın seslerin sahibiydi. Ama yüzünde bembeyaz bir maske vardı, yüzünü görememiştim. Zaten görsem de tanıyamayacağımı biliyordum. O an dikkatimi bir şey çekti. Elinde kıpkırmızı bir doğum lekesi vardı. Buradan kurtulursam benim için bu büyük bir ipucuydu.
       “Ne istiyorsunuz benden?” diye sordum.

YILDIZI BOZAN PARÇA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin