GİRİŞ

397 65 60
                                    

Soluksuz yazdım, sizlerde soluksuz okursunuz umarım...


23 Nisan 2008

Mersin'in en alımlı semtlerin birinde, beş katlı gösterişli bir binanın ikinci katında oldukça acı bir sabahtı.

Altı yaşındaki minik Eylül, bulut desenli annesinin kucağı gibi yumuşacık yatağından kalkmasıyla bugünü hatırladı. Bugün onun en sevdiği günüydü. Çünkü hem 23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk Bayramı hem de hayatı boyunca pijama giymekten nefret eden minik Eylül'ün doğum günüydü. Çok heyecanlı bir şekilde yatağından uzaklaşıp minik elleriyle dolabını açtı. Babası dört günlüğüne Almanya'ya gitmek zorunda olduğundan gitmeden önce Eylül'e bayramlıklarını anlamıştı.

Dolabından çıkarıp uzun bacaklarına kısa şortunu geçirip, kırmızı tişörtunu şortunun içine koydu. Beyaz sporlarını da minik ayağına giydirdi. Ama saçlarını toplayamadığı için koşarak annesini bulmaya gitti.

Annesi salonda ve mutfakta olmadığını görünce yatak odasına girdi. O an minik Eylül çok korkuyordu. Çünkü annesi babasına bağırıyordu. Annesini ağlatmıştı. Babası Almanya da olmalıydı. Ne işi vardı ki burada? Bir de bilmediği bir adam vardı. O da kimdi? Minik Eylül mosmor olmuş çıplak bedenine baktı, adamın. Koşarak adamın yanına gitti, tanımadığı adamın.

"Uf olmuş"
O kadar masumdu ki o morlukların nasıl meydana geldiğini bilmiyordu. Oysa o ufu annesi yapmıştı.
Onun sesiyle herkes yüzünü Eylül'e çevirdi. Ama kimse düşünmüyordu. Babası Eylül'ün önüne diz çöküp, gözlerine baktı.

"Evet, uf oldu. O ufu annen yaptı." Babasının gözleri kıpkırmızıydı. Sinirli ve bir o kadar da çaresizdi.
Eylül şaşkın şaşkın annesine baktı. Annesi de ona. Annesinin gözlerinden adeta öfke fışkırıyordu.

Annesi gözlerini Eylül'den ayırıp, morarttığı bedeniyle bile yakışıklı denebilecek adama döndü. Elinden tuttu ve dışarı çıktılar. Babası da arkalarından koşarak gitti. Minik Eylül de peşlerinden odadan çıktı.

Sonra incecik kolundaki bu dünyada tek annesiyle ikisinde olan özel yapım saatine baktı. Yavaş yavaş ilerliyordu. Aniden annesinin evden çıkıp kapıyı çarpmasıyla Eylül'ün saati birden durdu. Hareket etmiyordu. Tam saat yediyi gösteriyordu. Arada oluyordu böyle. Pil yerinden oynadığı için duruyordu, saati.
Tek bir tamircisi vardı, bu saatin. O da annesi...

Minik Eylül kendi çapında hızlı bulduğu adımlarla kapıyı açıp, dışarı çıktı. Merdivenlerde sesi yankılana yankılana aşağı indi.

"Anne? Saatim durdu. Yapar mısın?" 'r' harfini düzgün diyemediğinden 'y' gibi çıkıyordu. Bahçeye sonra da yola çıktı. Bas bas bağırıyordu.
"Anne?" Cevap yok.
"Anne üşüyorum." Dedi yanına gelir de hırkasını verir diye. Ama gelmedi.
"Anna düştüm, bacağım açıyor." Dedi üzülür de öpmeye gelir diye. Sonra Eylül annesi üzülmesin diye" şaka anne" dedi gülmeye çalışarak.
Sonra aklına bir fikir daha geldi. Aklına gelen her şeyi denemeliydi.

"Anne saklambaç mı oynuyoruz?" Yine cevap yok. Git gide korkuyordu. Gözlerinden bir yaş geldi. Onun bugün mutlu olması gerekiyordu.
"Peki... Elma dersem, çık armut dersem çıkma." Armut demek aklının ucundan bile geçmiyordu.
"Elma!" Ne gelen var ne giden.
" Elma!" Yine yok.
"Elma!" Yanına bir kız geldi. Elinden tutup onu çekti. Kendisi gibi küçücüktü.

"Anneye mi gidiyoruz?"
" Benim anneye gidiyoruz!"
İşte o kız... O kız Eylül'ün can kardeşiydi artık...
Şimdi de, ileri de de. Ölünceye kadar...

Umarim size yakışır bir başlangıç yapabilmişimdir!

YILDIZI BOZAN PARÇA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin