23042902

11 2 0
                                    


                                         EYLÜL VURAL

       Yine karışık beynimle, arabanın içinde gidiyorduk. Her şey o kadar karıştı ki. Sanki her şeyi birbiriyle bağlantılıydı ama bilmediğimiz ve kaçırdığımız önemli bir nokta vardı. Hata yaptığımız veya eksik bıraktığımız şeyi bilseydim şuan bu kadar zor bir hayatımız olmazdı.
       Berk arabayı sağa çekmesiyle arabadan indik. Öyle güzeldi ki manzarası, ilk defa görmüştüm burayı. Daha önce gelmediğime pişman olmuştum. Dağın en yüksek yerindeydik. Demek ki  yüksek yerleri Berk’te seviyordu. 
       “Ne yapacağız?” diye sordum.
       “Zarfı bana vereceksin ve yazan kişiyi bulacağım.”
       “Ya ben?”
       “Sende hiç kimseye bir şey çaktırmayacaksın.”
       “Tuğçe?”
       “Ona bile.”
       “O gece sizin orada ne işiniz vardı?” Diye sordum, konuyu değiştirerek. Bu soru uzun süredir aklımı kurcalıyordu. Üstüne üstlük rüyama bile girmişti. O saatte ormanda olmaları hiç normal gelmiyordu. Gecenin bir yarısı uyumak varken, neden ormanın zifiri karanlığında kurda yem olma riskini göze alsınlar ki?
       Biraz düşündü. Düşünürken de yüzündeki gülücükler belirdi. Gülmeyi kesip soruma cevap vermesini söyledim. O da öyle yaptı.
        “Çetin rüya görmüş.”
       “Ne rüyası?”
       “Ama bakma söylediklerim asla Çetin'e gitmeyecek, söz mü? Ve gülmeyeceksin!”
       “Asla!” dedim ve parmaklarımla ağzıma dikiş atmış gibi yaptım.
       “Dünyanın en güzel iki kızının bize ihtiyaçları varmış. Bizi gece gece o yüzden oraya getirdi ama iyi ki de getirdi.” Şimdi güzel güzel konuşuyor da acaba ne zaman yine emirlere başlayacaktı?
       “Şaka mı? Bu inandırıcı değil.”
       “Sizi göresiye kadar ben de inanmamıştım ama gerçek.”
       “Hala inanmayı tercih ediyorum.” Dedim.
       “Masallara inanır mısın?” Bu soruda nereden çıktı?
       “Bazılarına, evet!”
       “Biliyor musun, Uyuyan Güzel masalında Uyuyan Güzeli uyandıran prensin öpücüğü değildi, prensin kokusuydu. Akan soruları durduran çok güzel bir kokusu varmış prensin. Uyuya Güzele o koku deyince ilaç gibi gelmiş ve iyileşmiş.”
       “Peki herkesin bilmediğini sen nasıl biliyorsun?”
       “Uyuyan Güzel, kulağıma fısıldadı.” dedi ve sanki o fısıltı benim kulağıma da gelmiş gibi fısıldadı. Sesi ve kokusu tüm bedenime yayıldı.
       “Peki sen biliyor musun?”
       “Neyi?”
       “Kırmızı Başlıklı Kız, anneannesinin yanına gittiğinde kurtla değil de, anneannesi ile konuştuğunu. Hani kurt anneannesini yemişti ya, onlar uydurmaca. Kurt anneannesinin evini bile bulamamış. Kız anneannesinde evine gidince ormandan geldiğini söylemiş ve anneannesi de ona ders vermek amaçlı böyle bir masal anlatmış. Yoksa kurt nasıl konuşsun?” İkimizin de yüzünde ufak bir gülücük belirdi.
       “Peki ya sana bunu kim söyledi?”
       “Kimse söylemedi, ben anneannenin kulağına fısıldadım. Çünkü her masalın sonu güzel bitmeli. Çocukları korkutarak onlara ders veremeyiz.”
       “Eylül ilerde çocukların çok şanslı olacak. O kadar güçlü bir anneleri var ki... Asla pes etmeyen, sevdiği için her şeyi yapan, sert görünse bile ince düşünceli bir anne..! Senden çok güzel anne olur.”
       “Senden de çok güzel baba olur demeyi çok isterdim ama o işe yaramaz emirlerin aklıma geldikçe diyemiyorum, kusura bakma.” Dedim ve dudağımı yana kıvırdım.
       “Hiç sorun değil ufaklık!”
       “Sana öküz demeyi çok isterdim ama hayvan hakaret etmek istemiyorum, yavrum.” dedim ukala ukala. Bu söylediğim şey neydi peki? Konumuzla alakasız bir hödük sözü olmalıydı. Gerçekten şuan oturup benimle alay etse yeriydi. Laf sokmaya çalışmıştım ama aksine bir rezillik yaşadığımı fark ettim, Erdal ustanın mekanında olduğu gibi boş konuşmuştum.
       “Evet arkadaşlar!” dedi seslice. “1-A sınıfından Eylül Vural’a büyük bir alkış.” Bana döndü. “İltifat olarak alıyorum.”
       “Neden böylesin sen?” Sorum ile ortamı ciddileştirmiştim. Peki gerek var mıydı?
       “Nasılım?
       “Hani bebeklere emzik verince susarlar, geri alınca ağlarlar ya, inan bana yaptığın bununla farksız. Bir bebek kadar masum değilim belki ama senin bana yaptıklarının da hiçbirini hak etmiyorum. Evet, bir cinayet işledik. Hatta en yakın arkadaşımın babasını öldürdük ama haksız değildik. Bence suç işlemiş bile sayılmayız ama sen bana böyle davrandıkça ben bedelini ödediğim bir karmaşanın içinde gibi hissediyorum. Sence de adaletli mi?”
       “Ufaklık, ben buyum. Herkese aynı-“ diyecekken birden sözünü kestim.
       “Hayır!” duraksadım ve yutkundum. “Hayır Berk. Herkese aynı davranmıyorsun, benim aklımı bulandırdın gibi kimsenin aklına bulandırmıyorsun.”
       “Senin aklını bulandırdın falan yok!”
       “Saat geç oldu, gidelim mi? Nazan hocaya açıklama yapmam lazım.” Buradan defolup gitmek ve bir daha Berk’in yanında bulunmamak istiyordum. Aklımı bulandırmadığını söyledikçe daha da çok bulanıyordu.
       “Ben hallettim onu, benle olduğunu biliyor. Ve kimseye açıklama yapmak zorunda değilsin sen!”
       “Nasıl biliyor? Ne ara söyledin? Niye yaptın bunu?
       “Çok meraklı olma, soruların başımı ağrıtıyor. Hallettim dedim, bitti!” Yine emirleriyle Berk, geri dönmüştü.
       “Gidebilir miyiz artık?”
       “Olur!”

YILDIZI BOZAN PARÇA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin