Bölüm 13 - Tatlı İntikam

1.4K 139 0
                                    

Doğa içeriye kucağında taşıdığı bir sürü odunla girdiğinde Ömer okuduğu dergiden başını kaldırdı.

"Biliyor musun, bir kokoşa göre epeyce güçlüsün." dedi mırıldanarak.

Doğa cevap vermeye tenezzül etmeyip küçük bir çocuk gibi dilini çıkartmakla yetindi, ardından elindeki odunları şömineye fırlatıp ellerini beline koydu. Ömer, eğer bakışlar öldürebilseydi şimdiye kadar çoktan ölmüş olacağına yemin edebilirdi. Sahte bir üzüntüye bürünerek,

"Affedersin az önce maniküründen bahsedince ben de düşündüm ki-" dedi.

"Manikür?!"

"Yoksa, krem miydi?" dedi Ömer sol işaret parmağına üst dudağına götürüp düşünüyormuş gibi yaparak. "Ah, evet kremden bahsetmiştin. Manikür değildi. Benim hatam. Ne demiştin dur bakayım; ellerimi yeni kremlemiştim?"

Doğa'nın soluk yanakları bunun üzerine kızarırken omuzlarını silkti.

"Ellerim bu soğukta çatlıyor, ne yapayım."

Kafasını kaldırıp Ömer'e yüzünde meydan okuyan bir ifadeyle baktı. Ömer, birşey demedim dercesine ellerini havaya kaldırınca da dönüp şöminenin önünde diz çöktü, bir süre uğraştıktan sonra dergisini kayıtsızca okumaya devam eden genç adama döndü.

"Tutuşmuyor bu."

"Muhtemelen bir şeyi yanlış yapıyorsundur da ondan. Tutuşturma jelinden kullandın mı?"

"Tutuşturma neyi?"

Ömer şöminenin yanındaki küçük teneke kutuyu işaret etti. "Jel. Bak orada."

"Şunu neden önceden söylemezsin ki?"

"Bildiğini sanıyordum?"

"Sana daha önce hiç şömine yakmadığımı söyledim ya!"

"Ne bileyim, en azından görmüşsündür diye düşünmüştüm."

"Ayhh! Peki peki."

Az sonra küçük bir ateş yanarken Ömer okuduğu derginin arkasından sessizce gülümsedi ve Doğa'nın dikkatini çekmek için boğazını temizledi.

"Yellemen lazım."

"Hımm?"

"Ateşi diyorum- yellemezsen büyümez."

Doğa'nın bu defa ne yapması gerektiğini sormadan şöminenin yanında duran kalın kartonu alıp ateşe doğru sallamasını izledi.

"Aferin, çabuk öğreniyorsun. Hadi şimdi kahvaltı hazırla da, mutfakta da ne kadar becerikli olduğunu görelim."

Doğa kükreme ve homurdanma arası bir ses çıkarttı.

"Kahvaltılık bir şeyler hazırlasan yeterli, senden profesyonel aşçı gibi yemek yapmanı beklemiyorum." diye ekledi Ömer.

"Dolapta kahvaltılık hiç- bir- şey- yok!" diye isyan etti Doğa kelimelerin üstüne tek tek basarak.

"Eh, dün de aynı şeyi söylemiştin zaten. Var ama hayır, dolapta değil dışarıda."

"Ne demek dışarıda?" dedi genç kadın kaşını kaldırarak.

"Yumurta kümeste; peynir, salatalık ve domates markette. Sütü de Merve'nin evine gidip ondan isteyeceksin." Doğa'nın soran bakışına cevaben ekledi. "Merve'nin inekleri var da."

"Aman ne güzel." dedi Doğa alayla, merdivenleri çıkarken. "Bari gidip üzerime doğru düzgün bir şeyler giyeyim. Sabah öyle apar topar uyandırdın ki üzerime ilk bulduğum şeyi geçirdim."

"Doğa?"

"Efendim Ömer."

"Marketten peynir alırken Misha ve Zoe için de köpek maması alırsın değil mi?"

Doğa bu defa cevap vermeye bile tenezzül etmezken Ömer gülerek dergisini kapadı ve başını memnuniyet dolu bir ses çıkararak geriye yasladı. İnsanın etrafında işlerini yaptıracak birinin olmasının ne kadar güzel olduğunu son dört yıldır unutmuştu.

..............................................

Doğa elindeki yumurtalar, süt ve peynire bakarken zekâsıyla gurur duyuyordu doğrusu. Eğer kâhyayı dinlemiş olsa şimdi tavuklarla boğuşması ve Merve'ye nezaket gösterip kibar davranması gerekecekti ki, gerçekten havasında değildi. Diğer elindeki beş kiloluk köpek mamasını söylenerek kaldırdı. Bir de kâhyanın köpeklerine mama taşıyordu. Daha neler görecekti bakalım önündeki birkaç gün boyunca.

Bir an cebinde telefonu titreyince istemsizce sıçradı. Burada cep telefonunun çektiği bir yer o kadar nadirdi ki şaşırmıştı, telefonunun ekranına baktığında ise bir o kadar daha şaşırdı. Arayan numara onda kayıtlı değildi. Bu Doğa'ya çok sık olmazdı doğrusu. Numarasına sadece çok yakınları ve şirketinden- eski şirketinden diye düzeltti kendini- üst düzeyde çalışan birkaç kişi haricinde başka kimse sahip olmadığından genelde arayanlar hep tanıdık numaralar olurdu. Bir an kalbi tekledi. Acaba arayan Deniz olabilir miydi? Polisler ona nişanlısının yurtdışına kaçtığını söylemişlerdi ama belki de yanılıyorlardı. Hem Doğa da Deniz'in onu bırakıp gittiğine inanmak istemiyordu. Hemen telefonu açtı.

"Doğa?"

"Öykü? Sen misin?"

"Elbette benim. Ne o, benim yerime Öykü Karayel'i mi bekliyordun yoksa?"

"Öykü ne? O da kim?

"Oyuncunun biri. Kuzey Güney'de oynamıştı... En son da Kalp Atışı diye bir doktor dizisinde. Bir ışık çaktı mı?.. Hayır?"

"Hayır."

Öykü kıkırdadı. "Seninle sinema ve televizyon kültürün üzerine sonra tartışmalıyız. Neyse. Seni bunun benim yeni numaram olduğunu söylemek için aradım."

"Eskisine ne oldu?"

"Hiç... Birşey olmadı."

Doğa arkadaşının cevap vermeden önceki saniyelik tereddüdünü anında fark etmişti. Bu yüzden bastırdı.

"Öykü."

"Gerçekten-"

"Bana yalan söyleyebileceğini mi düşünüyorsun? Sahiden de? Dökül."

Diğer taraftan bir oflama sesi duyuldu.

"Önemli bir şey değil. Benim senin avukatın ve arkadaşın olduğumu öğrenen bazı alacaklılar bir şekilde numaramı bulmuşlar ve iki üç gündür arayıp senin nerede olduğunu bilip bilmediğimi soruyorlar."

"Öykü-"

"Sakın özür dilemeye kalkma Doğa. Sen benim arkadaşımsın ve ben şikâyet etmiyorum gördüğün gibi."

"Sağol Öykü, biliyorum. Sen de olmasan..."

"Neyse, sen şimdi onu bırak da akşama gelirken sana ne yemek getireyim onu söyle."

"Bu defalık seçimi sana bırakıyorum. Zaten o kadar açım ki, ölmemek için önüme ne koysan itiraz etmeden yerim."

"Dağ evi sana pek yaramamış gibi görünüyor." dedi Öykü gülerek.

"Sen şuna kâhya sana pek yaramadı desene."

Öykü kahkaha attı. "İyi geçin adamla. Akşama görüşürüz."

"Görüşüz canım."

Vahşi (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin