"Tek sıra halinde durun dağıtmayalım beyninizi."
Genç oğlan kendini ittirip minibüsün içinden çıkaran silahlı, başında şapkası olan asker kılıklı adamlara baktı. Yanında ki diğer insanların aksine korksa da çatık kaşları ile bakıyordu.
"Çıkarın paraları!" dedi bıyıklı bir adam, sert bir şekilde. Tüfek tarzı silahı kalabalığa tutuyordu. Küçük çocuklar ağlarken, kadınlar ağlayarak cüzdanlarına uzanıp paralarını çıkarıyorlardı. Yusuf hiçbir tepki vermeden öylece bakıyordu. Soğuk bedenine işlerken, botları yeni yeni erimeye başlamış çamurlu kara batmıştı.
Kimliklere bakan adam bir kimlikte takılı kaldı, kalabalığa silah doğrultmuş adama yaklaştı ve kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Adamın kaşları çatıldı. Ardından arkasını dönüp kulakları sağır edecek cinsten bir ıslık çaldı.
Yusuf kafasını kaldırıp yukarı baktı. Büyük bir uçurum gibisinden dağ vardı önünde, birkaç saniye sonra elinde silahla bir adam görüldü. Kafasında ki şapka, üzerine giydiği askeri kıyafetler ile tamamen bir eşkiyaydı.
Silahını yere doğru tutmuş, kibirli bir şekilde aşağıya bakıyordu. Yusuf harici kimse korkudan bakışlarını yukarı çevirememişti. Eşkiya'nın gözleri, gözleri ile buluştu.
"Ağam, Kara yılan." dediğinde Yusuf bunun bir şifre olduğunu anlamıştı. Eşkiya, bakışlarını ona doğrulttu. Birkaç saniye durdu ama sinirlendiğini hissedebiliyordu.
"Getirin." dedi sert sesiyle.
Daha sonra gözleri yeniden buluştu. Dünyanın sahibi gibi bakan o adamla.
Maraba, diyeceksiniz yeter önce diğer kurgularını bitir ama aklıma gelince yazmazsam içimde kalıyor...
Bu arada, dağda silahla gezmeleri vatan haini olduklarından dolayı değil, yani düşündüğünüz o şeyden değil, kitabımda adlarını bile söylemek istemem.
Şehir eşkiyaları, eski dönemlerde olanlardan...