Ela gözler yüzünün her bir zerresine ezberlemek istermiş gibi bakarken, diğer yandan da yarasına bezi bastırıyordu.
"Nerde kaldılar!" diye dişlerinin arasından söylendi Yılmaz. En yakında ki adam panikle konuştu.
"Ağam, gelirler birazdan." dediğinde Yılmaz dişlerini sıkıp yeniden boncuk boncuk terlemiş olan adamın yüzüne bakışlarını çevirdi.
Elini kaldırıp alnında ki teri silerken, saçlarını geriye doğru okşadı. Yeşil gözler parlaklığını kaybetmişti, hem soğuktan hem de kan kaybından. Üzerine örtülen yorgan bir işe yaramıyordu.
"Su..." dedi Yusuf yutkunarak. Yılmaz gözlerini heycanla açtı.
"Çabuk su getirin." dediğinde adamı direkt yanda ki termostan bir bardak su getirdi ve Yılmaz'a uzattı. Yılmaz elinden aldı ve öğretmene biraz yaklaşıp yarasına zarar vermeden belinden tutmaya çalıştı.
Bedenini çok hafif kaldırıp suyu uzattığında, Yusuf küçük küçük yudumlar ile sudan birkaç yudum aldı.
Yılmaz suyu kenara bırakırken, gözleri halen onun üzerindeydi. Yeşil gözler suyu içse de bayılacak gibi duruyordu. Yeşil gözleri tam anlamıyla açık değildi ve zorlukla açık tutuyordu.
"Uykum geldi..." diye fısıldadı Yusuf. Yılmaz endişe ile gözlerini açtı.
"Uyumaman lazım öğretmen." dedi korkuyla. Ama öğretmen onu pek de dinleyecek bir halde değildi.
Öğretmenin dudakları aralık, gözleri yarı açık şekilde duruyordu. Göz kapakları büyük bir ağırlıkla kapanmak için can atıyordu. Uyku o kadar güzel geliyordu ki, yorgun hissediyordu. Yusuf uyumaması gerektiğini biliyordu, bu yüzden aklını meşgul etmesi gerekiyordu. Aklından çarpım tablosunu sayarken gözleri hafif hafif çöküyordu.
"Geldiler..." dediğinde Yılmaz'ın gözü anında mağaranın girişinde elinde çantası ile duran, buraya en yakın köyde ki doktora kaydı. Adam şaşkın bakışlar ile ortada dönen manzaraya bakarken Yılmaz dikleşti.
"Doktor, yardım et." dedi, doktor afallamış bir şekilde ona bakarken. Daha sonra kafasını hızla salladı. Yanlarına koşarken, öğretmenin yanında diz çöktü.
Yılmaz'ın elini çekerken ela gözlü oğlan ona yer açmıştı. Doktor ilk üstten bir bakışla yaraya baktı. Ardından çantasını alıp bir makas çıkardı ve öğretmenin kazağını kesti. Yara ortaya çıkarken elini hafifçe sürüp gözleri ile yaranın derin olup olmadığını ölçüyordu, ama burada yapılacak iş değildi bu.
"Burada yapılmaz bu, hastaneye gitmesi gerek. Ya da en azından sağlık ocağına..." diye fısıldadı doktor. Yılmaz sert bakışlarını ona çevirdi.
"Zaman yok doktor, dayanmaz oraya kadar." sağlık ocağı en uzak köydeydi. Doktor karşısında bir eşkıya olduğu için onunla inatlaşmamak için yaraya bakmaya devam etti.
"Kurşun derinde değil sanırım, ilk başta kuruşunu çıkarıp sonra da dikmemiz lazım." dedi mırıldanarak. Yılmaz kafasını salladı.
"Ne gerekiyorsa yap işte doktor..." dedi sert sesiyle. Doktor kafasını salladı. Yılmaz yeniden yeşil gözlere döndü, dudakları kurumuştu.
Doktor adamlardan birkaç şey istedi, ardından çantasından çıkardığı şeyleri alkol ile bir kez daha silip yaralı olan yeri uyuşturmak için bir iğne vurdu. Yılmaz her hareketini izlerken, yanında ki beden kesik kesik nefesler alıyordu.
"Bu iğne çok fazla işe yaramayabilir, biraz da olsa hissedecek." dediğinde, Yılmaz gözlerini kapattı. Yusuf'un aksine onun canı daha çok yanacaktı.
Birkaç dakika sonra işlemlere başladığında, doktor da ter içinde kalmıştı. Daha önce birkaç defa daha böyle bir şey yapmıştı, ama her defasında kanının donmasına engel olamıyordu.
Kurşunu çıkardıktan sonra birkaç işlem daha yaptı, ama hafif olan iğnenin etkisi yavaş yavaş geçmiş olacak ki Yusuf acıyla inliyordu ve ağlıyordu.
"Biraz dayanman lazım." dedi doktor, onun acısını şuan tahmin ediyordu.
İğneyi batırdığında öğretmen yoğun bir şekilde bağırınca, Yılmaz'ın nefesi kesilmişti. Dehşet içinde bakarken bir bağırtı daha duyunca kafasını hızla sallayıp ayağa kalktı.
Dolan gözlerine ve adamların bakışlarına aldırmadan yüzü acıyla buruşurken dışarı çıktı. Soğuk hava daha fazla yüzüne çarpıyordu şimdi.
Derin derin nefesler alıyordu, ama içeriden acı dolu iniltiyi her duyduğunda vücudu bir dehşet hâlinde karşılıyordu. Gözlerinden yaşlar akarken dik durmaya çalıştı ama olmuyordu.
Öğretmen orda bağırdıkça, onun canı daha fazla acıyordu.
"Allah'ım ne olur onun acısını bana ver..." diye fısıldadı titrek bir sesle.
Ne kadar süre orada öylece durdu bilmiyordu ama perişan bir şekilde kenarda ki taşa oturmuş bekliyordu. Şuan onun yanında olması gerekiyordu ama canı çok yanıyordu ve dayanamıyordu.
Yarım saat kadar sonra doktor mağaradan çıktığında kırmızı olmuş ela gözlerini oraya çevirdi. İfadesiz tutmaya çalıştığı bakışları ile ayağa kalktı ve mağaranın önüne gitti. Adamları ona değişik bir şekilde bakarken, o doktora odaklandı.
"Nasıl?" diye sordu düz bir sesle. Ardından bakışlarını üzeri örtülü olan, gözleri kapalı bir şekilde uzanan çocuğa döndü.
"Elimden geleni yaptım, biraz iyi bakılması lazım. Bu dağda biraz zor... Çok dikkat edilmesi lazım, dikişlerin atmaması, iltihap kapmaması için." dediğinde Yılmaz kafasını salladı.
"Eyvallah doktor." dedi ardından bir adamına kafası ile işaret verince adamı doktoru götürdü.
Mağaraya doğru ilerlerken, uyuyan melek yüzlü çocuğa baktı. Yanına oturup onun uyuyan yüzünü izlediğinde, huzurun orda gizli olduğunu anladı. Uzun bir süredir bunu kabullenmişti zaten. Ne kadar canını yaksa da, bu böyleydi.
Onunla olmak can yakıcı olsa da, olmamak öldürücüydü.