"Nasıl doktor?" diye sordu Yılmaz, öğretmenin yarasına bakan adama. Adam yarayı açıp incelerken birkaç pamuğu yaranın etrafına bir kez daha sürüp mırıldandı.
"İltihap ya da mikrop kapmamış, yaralar iyileşmiş." dedi doktor. Yılmaz gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi. Yusuf gözlerini rahatsız bir ifade ile yarasına bakan adamdan alamıyordu. Nedense onun hareketleri aşırı değişik gelmişti.
Doktor kazağı kapatıp, öğretmene bir bakış attı. Üzerinden çekilene kadar gözlerinin içine bakmaya devam etti. Daha sonra bakışlarını kolunda ki saate çevirdi doktor.
"Bir şey mi bekliyorsun doktor?" dedi Yusuf işkillenmiş bir şekilde. Yılmaz'ın bakışları doktora döndüğünde anında kaşları çatılmıştı. Çünkü Yusuf öyle bir ses tonu ile konuşmuştu ki rahatsızlığını o da hissetmişti.
"Hayır, bir şey beklemiyorum. Size geçmiş olsun ben gideyim." dedi doktor kafasını eğip. Ardından yerde ki çantasını toplarken, Yılmaz çatık kaşları ile doktora bir adım attı.
"Doktor.." dedi sert bir sesle. Doktor çantasına bakarken derin bir nefes aldı. Doktor bakışlarını kendisine çatık kaşları ile işkillenmiş bir şekilde bakan ela gözlü adama çevirdi.
"Bir şey var.." dedi Yılmaz doktorun gözlerinin içine bakarken. Doktor gözlerini sıkıca yumdu. Hem korkuyordu hem de içinde derin bir üzüntü vardı.
"Ben istemezdim.." dedi doktor pes edermişcesine. Yılmaz gözlerini kısıp yerde duran adama ilerledi ve iki yakasından tutup ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine öyle sert bir şekilde bakıyordu ki doktor şimdi daha fazla korkuyordu. Yusuf korku dolu gözlerini ikiliye dikmiş yataktan kalkmıştı.
"Ne yaptın?" dedi dişlerinin arasından. Tam o sırada bir telsiz sesi geldi odanın içinden. Bu Yılmaz'ın adamları ile haberleşmesi için eve getirdiği bir telsizdi.
"Ağam.." endişe dolu bir ses kulakları doldurunca Yusuf ve Yılmaz kaşlarını çattı. Yılmaz doktora son bir bakış atıp omuzları düşmüş olarak yere bakan adamı savurur gibi bıraktı ve kenarda duran telsize yürüdü. Telsizi eline alıp doktora bakarken düğmeye bastı.
"Söyle." dedi sinirli bir şekilde. Bir hışırtı daha yükseldi, arkada bağırış sesine benzer sesler yükseliyordu.
"Komutan büyük baskın yapıyor, adamlardan yarısı vuruldu. Bazıları da onun tarafına geçti. Birkaç kişi kaldık. Orayı da basacaklar, kaç ağam.." dedi fısıldayarak. Yılmaz afallayarak bakarken, Yusuf'un gözleri büyümüştü. Doktor ona üzgünlük ile bakarken, Yılmaz kanında kaynayan kana engel olmayarak doktorun üzerine yürüdü tekrardan, yakasından tuttu.
"Burayı sen mi öttün?" diye bağırdı. Yusuf olduğu yerde kalmıştı, yere çivilenmiş gibi hissediyordu.
"Mecbur kaldım..." dediğinde Yılmaz burnundan soluyarak ona bakıyordu. Ardından burda bu doktor parçası ile zaman kaybetmenin faydası olmayacağını bildiği için Yusuf'a döndü.
"Öğretmen montunu giyin." dedi kendi parasını minderin üzerinde alırken. Yusuf zorla da olsa kafasını salladı ve o da montuna uzandı. Eli titrerken montunu koluna geçirdi, gözleri doktorun üzerindeydi. Yılmaz üzerini acele ile giyinip divanın altında duran iki silahı çıkardı. Boyunluk bir onlarca kurşunu da boynuna taktı. Uzun zamandan sonra tam bir eşkıyaya benzetmişti. İkisi de acele bir şekilde botlarını giyinirken doktor onlara bakıyordu.
"Üzerine ödül koydular..." dedi doktor Yılmaz'a bakıp. İkisinin de gözleri doktora çevrilmişti. "Cesedini götürdükleri takdirde." dediğinde Yusuf'un kalbi o an atmayı bırakmıştı.
Korku dolu bakışları ile Yılmaz'a baktığında onun düz şekilde öğretmene baktığını gördü. Daha sonra öğretmenin bileğinden tuttu. Bir tüfek boynunda asılı dururken diğerini eline almıştı.
"Yürü öğretmen." dedi Yılmaz ifadesiz bir şekilde. Ama öğretmenin son duyduğu şeyden sonra hareket etmeye değil, nefes almaya bile gücü kalmamış gibi hissediyordu. Yılmaz öğretmene döndü. "Yusuf, korkma.." dediğinde öğretmenin bakışları ona dönmüştü. Yılmaz kafasını sallayıp onu çekiştirdi.
İkisi de kapıdan çıkıp soğuk hava ile buluşunca, titremişti. Yılmaz etrafına bakınırken köylülere gözükmeden buradan köyden çıkması gerektiğini biliyordu. İlerlerken kenarda ki evin içinde köylü bir adamın pencereden kendisine hüzünlü bir bakış attığını gördü. O an, ilk defa biraz da olsa korkmuştu.
Yusuf'un bileğini bırakıp elini tuttu. Karlı zeminde dikkatli bir şekilde yürüyerek köyün evlerinin olduğu kısımdan ayrıldılar. Şimdi beyazların içinde el ele tedirgin bir şekilde yürüyorlardı.
Köyden araba ve bağırış sesleri gelirken Yılmaz elini hiç bırakmadan bir hamlede parmaklarını birbirine kenetledi. Elinde tuttuğu silahı öyle bir sıkıyordu ki, tüm korkusunu oraya yüklemişti sanki. Beraber dağlı kısıma gittiklerinde yanda ki yol yerine kestirme yoldan ilerlediler. Birkaç el silah sesi uzaktan gelince Yusuf adımlarını yavaşlattı. Yılmaz ona döndüğünde öğretmenin gözlerinin dolu dolu olduğunu görmüştü.
"Yılmaz..." dedi titreyen korkak sesiyle. Yılmaz hızla bir adımda tam dibine girdi.
"Hiçbir şey olmayacak.." dedi öğretmenin yanağını tutup soğuktan kızarmış dudağına bir öpücük kondururken.
"Yemin ederim seni benden kimse alamayacak. Seni kimse almayacak..." diye fısıldadı korkan adamı kendine çekip sarılırken. Öğretmen tek huzur bulduğu yere, Yılmaz'ın kollarının arasına yerleşince gözlerinden bir damla yaş aktı.
"Gitmene izin vermeyeceğim.. Kimse seni benden alamaz." diye fısıldıyordu öğretmenin saçlarından öperken.