"Onunla gitmemi istiyor.""Peki, sen istiyor musun?"
Jeongin acı acı güldü. Ne zaman istediği bir şey oldu veya istediği bir şeyi yaptı ki?
"Sence bu önemli mi?"
Minho sinirle ayağa kalktı. Bir yandan da saçını çekiştiriyordu. Minnak mal çocuğu da kederli yaptınız ya, helal olsun! (jeongin'e hiç girmiyorum)
"Jeongin delirtme beni. Tabii ki de önemli. Senin mutluluğun için olmalı her şey. Senin hayatın, senin isteklerin."
Jeongin istemsizce kahkaha atarken oturduğu yerde iyice yayıldı.
"Hadi ama, kandırmayalım birbirimizi. Benim hayatım, ailemin istekleri. Bu hep böyle değil midir zaten?"
Minho hüzünlü bakışlarıyla Jeongin'e dönerken Jeongin devam etti.
"Sen istersin ama sadece istemekle yetinirsin. Karar vermek için yaşın küçük. Ailen senin için en iyisini bilir, en iyisini düşünür. Minho, sen dansçı olmak istiyordun. Teyzemle, amcam ne dedi peki bu işe? Ulan, özendiğim ailen bile karşı çıktı isteğine. Neymiş, dans karın doyurmuyormuş. Sen dansı karnın doysun diye mi istiyorsun?"
Derin bir nefes aldı Jeongin. Sinirliydi ama bunu daha fazla dışa yansıtmak istemiyordu.
"Minho... bizim isteklerimizin bir önemi yok."
Jeongin başını yere eğerken sırıtıyordu. Sinirden kafayı yiyordu. Gitmek istemiyordu. Burada kalmak istiyordu. Zamanında onu bir başına bırakan babasıydı. Şimdi burada kalmak istediğinde de alıp götürmek istiyordu onu.
"Ailem dansçı olmama izin verdi, Jeongin. Sadece-"
"Sadece düzgün(!) bir mesleğin daha olmalı. Evet, bunu biliyorum."
Minho Jeongin'e bakarken Jeongin sonunda ayağa kalktı ve odadan çıktı. Biraz hava almaya ihtiyacı vardı. Ya da birilerini görmeye?
Uzunca bir süre yürüdü Jeongin. Kafasını toparlamak belki de düşüncelerinden kaçmak adına kulaklığına sığınmıştı iyice. Havalar soğuduğu için üzerinde kapüşonlu ceketi vardı. Usulca esen rüzgar yüzüne tatlı bir esinti bırakırken dinlediği şarkı eşliğinde yavaşça tanıdık yollara girdi.
Birkaç sokak geçti ve ileriden döndüğü anda biraz ilerisinde hemen karşısında kalan evle duraksadı. Gelmişti. Adımlarına yine yenilmiş ve buraya, Hyunjin'e gelmişti. Anlamadığı bir yakınlık duyuyordu ona. Belki de anlaşıldığını düşünüyordu? Hala tam olarak nedenini saptayamamıştı. Tek bildiği, korkuyordu.
Hyunjin'den değil, Hyunjin'e duyduğu ilgi onu korkutuyordu. Gidecekti birkaç güne. İstemese de sonuç buydu. Annesi dünden hazırdı onu yollamaya, babası zaten onu almak için gelmişti. Kalması için kim destek çıkacaktı ki? Minho ne kadar uğraşırsa uğraşsın, boştu. Bay ve Bayan Lee de aynı düşünüyordu Jeongin'in babasıyla. Jeongin'in gidişiyle baba-oğul arasındaki soğukluk gidecekti. Buna inanıyorlardı... Ama çözüm bu değildi.
Hayır, kesinlikle bu değildi.
Jeongin farkında olmadan tekrar yürümeye başladığında bir anda omzuna çarpan bir şey ve ardından gelen acıyı hissetmişti. İstemsizce dudaklarından bir acı iniltisi kaçarken hemen sonra da yanına biri gelmişti.
"Kusura bakma, birinin geçeceğini düşünemedim. İyi misin? Yar-Jeongin?"
(yarr- gitti tüm ciddiyet🤦🏼♀️)
Hyunjin nefes nefese sorularını sıralarken en sonunda Jeongin'in yüzüne bakmak aklına gelmiş ve şaşırmıştı. Onu görmeyi hiç beklemiyordu. Onun aksine Jeongin onu göreceğinden emindi. Bilmese de bir şekilde hissetmişti işte. Belki de umut etmişti?
"Çok acıyor mu?"
Jeongin omzundaki sızıya rağmen başını olumsuz anlamda, iki yana salladı. Hyunjin'se ona inanmamış olsa da üstelememiş ve bahçenin oraya doğru çekiştirmişti.
"Ee, seni buraya getiren nedir?"
Jeongin omuz silkmek istemiş ama son anda bu düşünceyi gerçekleştirmekten vazgeçmişti. Omzu, inkar etse de acıyordu.
"Yürüyordum."
"Sizin evden burası neredeyse yarım saat sürüyor Jeongin. Farkındasın, değil mi?"
Jeongin, Hyunjin'in peşinden bahçedeki koltuklara oturdu.
"Yürümek istedim. Olamaz mı?"
"Olabilir tabii canım. Ben öylesine sordum."
Daha sonra derin bir sessizlik oluştu. Hyunjin konuşmak, sorular sormak istiyordu. Jeongin'se sessizce Hyunjin'i izlemek. Nedensizce onu incelemek istiyordu. Daha doğrusu içinde bu düşüncelerine neden bulamıyordu.
Başını arkasındaki mindere yaslarken Hyunjin'e baktı. Hyunjin düşünüyordu. Kendi kendine konuşuyordu aslında ama bunun farkında değildi. Yalnız sesi o kadar kısıktı ki yanındaki Jeongin bile anlamıyordu. Zaten anlamak, duymak da o an amacı değildi. Şu an fark edilmeden onu izlemek yeterliydi onun için.
Hyunjin en sonunda başını iki yana salladı ve Jeongin'e döndü. Gözleri birbirinde sabit kalırken ikisi de ayırmamıştı gözlerini. Hyunjin o an düşünmeyi de bırakmıştı. Kendini bile susturmuştu. Kalbi zaten yeterince konuşuyordu.
"Neden öyle bakıyorsun?"
Hyunjin kekelemişti. Diksiyonuyla her zaman için övünen Hyunjin'in sesi titremiş ve kekelemişti.
"Rahatsız mı oldun?"
yo, sadece içinde filler depişiyoe👌
Hyunjin boğazını temizledi ve düşünmeden cevap verdi.
"Hayır, merak ettim."
"Çevremi incelemek istiyorum son zamanlarda."
"Niye?"
Jeongin, söylese mi, söylemese mi kararsız kalmıştı. Anlatmayı istiyordu içindekileri ama çekiniyordu da. Kolay kolay konuşabilen biri değildi, olmamıştı öyle biri hiçbir zaman. Sadece Hyunjin'le konuşmayı istiyordu. Bu düşünce de onu korkutuyordu.
"Bilmem, yarın ne olacağı belli olmaz. Sanırım ondan."
Ve gizlemeyi seçti Jeongin, Hyunjin'in anlamayacağını biliyordu ama yine de ufak bir mesaj vermişti. Hyunjin'in anlamasını istiyordu ama ona anlaması için doğru düzgün bir açıklama yapmıyordu.
YETER ABİ YETER BU NE YETER
aaaaaa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir küçük hyung meselesi // -hyunin
Contobir hyung serüveni, iddialaşmalarla geçen bir dönem ve onun getirdiği tatlı bir aşk?