Jaehyun ellerini birbirine kavuşturdu. Titremesini bastırmaya çalışıyordu ama pek işe yaradığı da söylenemezdi. Soğuktan donuyormuşçasına titriyor, heyecandan dişleri birbirine çarpıyordu. Dışarıdan gören biri acıyıp üzerine battaniye örtebilirdi bile.
Taeyong'un öğle yemeği için kafeye geleceği mesajını almıştı ve heyecandan kafayı yemek üzereydi. Yıllardır güzel perisiyle tekrar karşılaşmayı beklerken bugünün gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti. Şimdi ise panik halindeydi. Geldiğinde ona ne söyleyeceğine dair herhangi bir fikri yoktu. Tabii ki özür dileyecekti fakat başka ne konuşabilirlerdi ki? Taeyong'a yanıklarının iyileşip iyileşmediğini mi soracaktı? Başka birini bulup bulmadığını mı soracaktı? Kafasında planlar kurdukça her şey daha da saçma geliyordu.
Kapıdaki zilin çınlamasıyla ayağa kalktı. Kapıyı açmasına gerek olmamasına rağmen Taeyong'u karşılamak istemişti.
Ah... onu gördüğü ilk anı büyük ihtimalle hayatı boyunca unutamayacaktı. Taeyong güzeldi ama zaman onu daha da güzelleştirmişti. Şimdi saçları gece siyahıydı. Daha da zayıflamıştı fakat çökmemişti. Cildi güneş ışığında parlıyor gibiydi. Üzerindeki beyaz tişört ince bedenini daha da vurguluyordu. Jaehyun ona sarılmak istese de kendini tuttu, buna hakkı yoktu.
İçeri girdiği anda Taeyong konuşmayı kesmişti. Jaehyun tam karşısındaydı. Winwin tarafından öğle yemeğini bir kafede yemeye ikna edilmişti. Çinli olan onun aklını tatlılarla çalmıştı.
Donakaldığını, hareket edemediğini hissetti Taeyong. Gözlerini Jaehyun'un gözlerinden alamıyordu. İtiraf etmek istemese de onu özlemişti. Evet, ruhunun katilini özlemişti. Aylar boyunca onu kalp kırıklığıyla ağlatan adamı, onu kandıran bu dolandırıcıyı özlemişti. Ellerini hareket ettirememesinin temel sebebi olan bu adamı çok ama çok özlemişti.
"Jaehyun."
Başka bir şey söylemeye gücü yetmedi, karşısındaki Jaehyun da derin bir sessizlik içindeydi.
Taeyong arkasından huzursuzca dikilen Winwin'e döndü.
"Yuta olmasaydı kovulmuştun biliyorsun değil mi? Şimdi git ve ona ne haltlar yediğini anlat. Jaehyun ve benim yalnız kalmamız gerek. Konuşmamız gerekenler var."
Winwin başıyla selam verdi ve kafeden çıktı. Sevgilisinden azar yemek bu ikili arasında kalmaktan çok daha çekiciydi.
Taeyong Jaehyun'un yanından geçerek bir masaya oturdu. Jaehyun'un da oturmasını bekliyor gibiydi. Büyük olan onun karşısındaki sandalyeye geçti. O kadar eğreti oturmuştu ki her an düşecek gibi görünüyordu. Onun bu halini gören Taeyong hafifçe güldü. Onun kıkırdamasıyla Jaehyun da gülümsedi. Bu meleksi sesi uzun süredir duymamıştı.
"Taeyong-ah, seni çok özledim."
Taeyong sessiz kalmayı tercih edince kalbi kırılsa da devam etmeye karar verdi Jaehyun, sonuçta Taeyong'un kafeye gelmesinin sebebi geç kalmış bir özürdü.
Jaehyun dizlerini sıktı ve gözlerini kapattı.
"Taeyong, yaptığım her şey için senden çok özür dilerim. Hırslıydım, aptaldım ve kendimi kanıtlamaya çalışıyordum. Söylediklerimin hiçbirisi bir bahane değil biliyorum ve bu yüzden sadece affına sığınıyorum. Seni sevdiğimi çok geç fark ettim ve sonunda geri dönülemeyecek o yola girdim. Sana büyük zararlar verdim, biliyorum ve bunu hiçbir şekilde telafi edemeyeceğimi de biliyorum. Yine de geç de olsa senden özür dilemek istedim. Benden nefret etsen bile seni bir kez daha görmek ve iyi olduğuna emin olmak istedim."
Taeyong iç çekti. Ne söyleyeceğini kafasında toparlamaya çalışıyordu. İki yıldır rüyalarında bu anı pek çok şekilde yaşamıştı ama rüyaların onu gerçekliğe pek de hazırladığı söylenemezdi.
"Jaehyun... ben senden asla nefret etmedim. Ben senden nefret edemem. Seni sevdim Jaehyun, hem de çok sevdim. Bu yüzden evime, yatağıma, kalbime girmene izin verdim. Sana bu yüzden bu kadar kolay kandım. Gitme sebebim de buydu aslında. Özür dilediğin anda seni affedeceğimi biliyordum, bu yüzden senden uzak durmam gerekiyordu. Canımı tekrar yakmaman için gittim."
İkisinin de gözleri yaşlarla doluydu. Jaehyun yüzünü ellerine gömdü ve ağlamaya başladı. Taeyong fazla iyi kalpliydi. Jaehyun gerçekten de bu meleği hiç hak etmemişti. Taeyong'un canını yakmamak için kendini dünyadan silebilmeyi dilerdi. Bir toz partikülüne dönüşüp onun hayatından yok olmayı dilerdi fakat olan çoktan olmuştu bile. Hayatının aşkını kalbini paramparça etmişti. Geri dönülemez o günahı işlemişti.
"Taeyong seni çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki seni asla aklımdan çıkaramıyorum. Seni her düşündüğümde kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor ve canım acıyor, midemin bulandığını hissediyorum. senin gibi iyi kalpli bir periyi kanatlarını kırarak elimden kaçırdım fakat eğer sen beni affedersen tamamen değişmeye hazırım. Ben çoktan değiştim, sana ne kadar iyi bir sevgili olabileceğimi gösterebilirim. Seni ne kadar seveceğimi kanıtlayabilirim. Sana her şeyi unutturup yeni bir sayfa açmamızı sağlayabilirim. Taeyong, lütfen bana bir fırsat ver. Yemin ederim ki bir daha asla sana oyun oynamayacağım, kalbini kırmayacağım ve seni asla yalnız bırakmayacağım. Lütfen, lütfen tekrar benim ol."
Jaehyun yeni bir gözyaşı dalgasıyla sustu, boğazı düğümlenmişti. Sözlerine biraz daha devam etse diz çöküp küçük olanın ayaklarına kapanabilirdi.
Taeyong dudağını ısırdı, ne yaptığını farkında değildi. jaehyun onu durdurmak için elini uzattı fakat Taeyong irkilerek geriye çekilmişti. Bu ufak hareket bile Jaehyun'un kalbinin un ufak olması için yeterliydi.
"Jaehyun... bana ne kadar iyi bir sevgili olacağını gösteremezsin çünkü başkası gösterdi. Beni ne kadar seveceğini kanıtlayamazsın çünkü başkası kanıtladı. Yeni bir sayfa açamazsın çünkü başkası açtı. Sana bir fırsat veremem çünkü bir başkasına fırsat verdim. Jaehyun... kore'ye gelmememin asıl sebebi..."
Daha fazla konuşamayarak elini gösterdi. Yüzük parmağında gümüş bir alyans vardı.
"Buraya gelmemin asıl sebebi evlilik hazırlıklarıydı. Yakınlarımızın yanında evlenmek istedik. Üzgünüm."
Jaehyun buruk bir şekilde gülümsedi.
"Üzgün olmak için herhangi bir sebebin yok Taeyong. Seni kaybeden de üzgün olması gereken de benim. Her şey için ben özür dilerim."
Gözyaşlarını sildi ve gülümsedi. Taeyong'un hüznünü görmek istemiyordu. onu daha fazla üzmek istemiyordu. kendi kalbi kırık olsa da Taeyong'un iyileştiğini görmek onun için yeterliydi.
Taeyong'un ayağa kalkmasıyla o da ayağa kalktı.
"Taeyong... son bir kez olsun bana sarılabilir misin? Biliyorum, çok şey oldu ama... bu senden son isteğim."
Taeyong kollarını açmak yerine elini uzattı.
"dediğin gibi çok şey oldu... ve ben artık sana sarılmak istemiyorum. Elveda Jaehyun."
Jaehyun içi kanayarak Taeyong'un elini sıktı ve ona kapıya kadar eşlik etti.
"Güle güle Taeyong."
Taeyong hiçbir şey söylemeden başıyla selam verdi, vedasını çoktan etmişti. Kader onların çizgisini birleştirmediği sürece asla kendi istekleriyle karşılaşmayacaklardı.
Taeyong'un gözden kaybolmasıyla Jaehyun kapıyı kapattı ve kapıdaki açık işaretini kapalıya çevirdi. Müşterisi de olmadığına göre sonunda yalnız kalmıştı.
Jaehyun olduğu yere çöktü ve bağırarak ağlamaya başladı. Kendine engel olamıyordu. Kalbi o kadar acıyordu ki kendini durduramıyordu. Bir türlü çenesini kapatamıyordu. Hayat da Taeyong da ona ikinci bir şans vermemişti.
Hava kararana, gözyaşlarıyla buğulanmış gözleriyle göremeyene kadar yattı kafenin zemininde. Duygularını hissedemeyene kadar yattı. Her şeyi unutana kadar yattı. Ve sonunda... sonunda gözyaşlarını silerek kalktı yerden. Kendine verdiği sözleri unutacak değildi. hayatına devam edecekti.
Taeyong'lu ya da Taeyong'suz hayatına bir şekilde devam edecekti.
-SON-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOSS | jaeyong.
FanfictionTaeyong hayatını ve ruhunu tasarımlarına döken bir CEO'ydu. Soğuk bir kış gününde ruhunun bir şöminede cayır cayır yanabileceğini düşünmemişti. jaeyong fic.