9.Bölüm

40 5 0
                                    


Oy ve yorum atmayı unutmayın^^
İyi okumalar dilerim...

9.Bölüm:Ayrılık

"Ben ölüyorum galiba, canım yandıkça"

(Naz Ölçal-Yoksun)

Yeni bir gün. Çatal ve kaşık... Yeni acılar, yeni gizemler fakat aynı hayatlar...
Okula gitmek için hazırlanırken buldum kendimi, nasıl uyandığımı bile hatırlamıyorken.

"Bu gün için planımız ne?" diye sordu İrem.
Omuz silkip hazırlanmaya devam ettim. Biraz fondoten, biraz allık ve tamam. Bu kadar!
"Okula gideceğiz ve her şey normalmiş gibi davranacağız." diye mırıldandı Ege.
"O kolay..." çantamı hazırlamaya yönelip devam ettim "çatal ve kaşık meselesini ne yapacağız?" diye sordum.
Eda'nın yokluğu beni yiyip bitiriyordu.
"Bakacağız. Ama şuan değil."
"Ne demek şuan değil? Ne zaman yapacağız? Olay unutulunca mı yada birimiz daha ölünce mi?" yere çöktüm ve sessiz hıçkırıklarımın arasına gömüldüm. Hepsi beni izliyordu, acıyarak bakıyorlardı muhtemelen.
"Doğa..."
"Sus!" diye bağırdım yaşlı gözlerimle.
"Doğa kalk ayağa!"
Sessizlik.
Titreyen bacaklarım her ne kadar ayağa kalkmamı zorlasada kalktım. Göz yaşlarımı sildim, makyajımı hiç umursamadan çantamı alıp karavandan çıktım. Siz buna ergen kaprisleri diyebilirsiniz ama benim acım az önce bir hiç sayıldı. Belki de onları tanıyamamıştım. Şuna bak ya! Hayatımı kim yönetiyor belli bile değil. Bunu durdurmalıyım. Ben yapmalıyım!

Sonrasını hatırlamıyorum. Kendime gelince okulun bahçesinde olduğumu anladım. "Ne ara geldim ya?"

"Doğa, bu gün çok dalgınsın. Koştura koştura okula geldin ve biz ne kadar arkandan seslensek bile duymazlıktan geldin!" Ege sinirlenmişti.

"Ben... Sizi duymadım..."

"Yalan söyleme!"

"Söylemiyorum!" bağırıyordum, bağırıyorlardı...

"Söylüyorsun! Nasıl bizi duyamazsın ya nasıl!" Bartu'da inanmıyordu bana. Etrafıma bakındım, diğerleri de bana inanmıyordu.

"Senden... Ayrılıyorum Bartu..."
Sessizlik. Dolu gözler. Ve o dolu gözler benim gözlerim. Hayatımın en mutlu günlerimden buraya sürüklenişim. Hayatımın bitişi belki de. Yok oluşu...

Kimsenin konuşmasına izin vermeden karavana döndüm. Koşa koşa karavana doğru ilerledim. Nefes nefeseydim, ağlıyordum. Saçlarım darmadağın olmuştu. Yanaklarımın ıslaklığı ile saçlarım yanaklarıma yapışıyor umrumda bile olmuyordu. Karavanın önüne gelmiştim. Karavana baktım. Plakaya baktım. 34 TR 3457 idi plaka. Aniden çantamdan bir kalem çıkardım ve plakayı elima yazdım. Umrumda bile değillerdi aslında ama bir şey bunj bilmem gerektiğini söylüyordu. Karavanın içine girmek için elimi uzattım, durdum. İçeriye girmek istemiyordum. Bir tane bile eşyamı almayı istemiyordum. Nefes nefese tekrar koşmaya başladım. O eve gidecektim. Her şeyin başladığı eve.

-

Evin önüne gelince duraksadım. Girmek istediğime emin miydim? Eda gittiğinden beri doğru düzgün gitmediğim eve gidecek miydim? Yapacak mıydım? Yapacaktım! Yaptım da...
Hızlıca anahtarı deliğe sokup içeriye büyük bir adım attım. Ev dağılmıştı.
"Biz evi bu kadar dağıtmış mıydık ki?" diye mırıldandım kendi kendime.
"Herhalde bensiz geldiler bişeyler yaptılar."
Mantıklı olan buydu zaten.
"Ne alacaktım ben?" diye mırıldandım. Unutmuştum. Hızlıca odama çıktım. Dağılmış ardındanda apartopar toplanmaya çalışılmış gibiydi. "Allah Allah benim odamdan ne istemişlerse!" sinirlenmiştim, çünkü benim odam benim mahremiyetimdi. Girmeleri, benden izinsiz, doğru değildi. Kitaplarımdan en sevdiklerimi alıp, evden koşarak çıktım. Görülmek istemiyordum. Bu saatten sonra bilinmek de istemiyordum. Bir yandan koşuyor, bir yandan ağliyordum. Dayanamiyordum çünkü. Bir anda hayatımıza girdiklerini fark etmemelerine, benden vazgeçmelerine dayanamiyordum.
Olmuyordu...

Eve ulaşana kadar dakikalarca düşdüm,ağladım,koştum...
İçimde bas bas bağırsamda, çığlık çığlığa koşsam hatta dağıtsamda dışrıdan sadece bacağı kanadığı için ağlayan elinde dört tane kitap olan bir kız olarak gözüküyordum.
Ama sonunda annemlere gelmiştim. Kapının önündeydim. Sol gözümden akmakta olan göz yaşını silip kapıyı çaldım.
"Doğa! Doğa, kızım ne oldu sana?" annem endişeyle beni içeriye aldı.
"Titriyorsun! Aman Tanrım! Kızım, kızım iyimisin? Ne oldu kızı.?" Ağzımı açıyordum belki mırıldanıyordum ama sesim çıkmıyordu...

"Dur sen dur. Ben sana bir çay yapayım, dinlen biraz sonra konuşuruz." diyerek üstüme ince bir pike verdi. Gözümden yaşlar süzülüyordu. Sakin ol Doğa, iç sesin seninle...
Kendi kendime avutuyordum kendimi. Artık tek başımaydım. Gerek savaşırken, gerek gülerken, gerek ağlarken. Artık hep tek başımaydım.
Ağlarken birden üstüme bir ağırlık çöktü. Gözüm de kararmaya başlayınca zor da olsa ayağa kalktım. "Anne..." cümlemi tamamlayamadan, sesimi çıkartamadan yere düştüm. Gözlerim kararmıştı, nefes nefeseydim. Sonra bir çığlık. Annemin terliklerinin sesi.
Devamı yok...

(Yazar'ın anlatımıyla)

Her birinin gözünden kızgınlık okunuyordu. Bu kızgınlık katillere karşı değil, Doğa'ya karşıydı. "Biraz ileri mi gittik sizce?" diye sordu ürkek bir şekilde İrem. "Beter ol-"
"O kadar da değil Duygu, o da arkadaşımız..."
"Ama hak etti. Kim bilir belkide katil o'dur!"
"Yapabilir mi gerçekten?"
"Kim bilir." dedi Bartu başı yerde otururken.
"Abi gerçekten ileri gittiz. Tamam haketti, başım gözüm üstüne ama katil o olamaz. En başından beri sizinleydi, biriyle konuşsa yanınızda konuşuyodu. Dahası hepimizden çok o ağladı."
"Sen bizim acımızla onun acısını mı kıyaslıyorsun? Bunu cidden yapıyor musun?" ayağa kalktı sinirle Duygu. Ege'de ayaklanmıştı.
"Hayır Duygu öyle bir şey yok! Konu o da değil zaten! Konu onun katil olmayacak olması. Yanılıyor muyum?"
"Tamam... Tamam, üzgünüm." diyerek geri oturdu Duygu. "Ne yapacağız?"
"İrem haklı."
"Gözetleyeceğiz, her zaman ki gibi. Tek fark Doğa olmayacak. Açıkcası çok da umrumda değil olup olmaması." diyerek kalktı Bartu.
"Hadi karavana gidelim."
Hepsi kalkıp karavanın yolunu tuttu. Başları eğikti hepsinin, düşüncelilerdi. Belki de içleri aciyordu ya da hepsi Doğa'nın geri dönmesini bekliyordu. Dakikalar sonra karavanın içine girmişlerdi.
"Nöbet başlasın bakalım." diyerek oturdu Efe.
Gelin biz de biraz Doğa'ya bakalım.

Doğa gözlerini açtığında hastanede olduğunu farketti.
"Anne..." diye mırıldandı Doğa "anne neden buradayım?"
"Ah, yavrum. Bayılmışsın. Bizde seni alıp hastaneye getirdik," Doğa'nın annesi Ecem Hanım seruma bakıp konuşmaya devam etti "serum taktılar. Kendini çok yormuşsun. Yapma böyle, tamam mı?"
"Tamam." dedi tekdüze bir sesle Doğa. Tutacak mıydı bilinmez.
Derken doktor girdi içeriye.
"Doğa Hanım, uyanmışsınız. Ne güzel. Aşınız bittikden sonra çıkabilirsiniz."
"Bir şeyi imzalamamız felan gerekiyor mu?"
"Yok, gerekmez. Şimdi çıkıyorum, yarım saat sonra ya ben ya hemşire hanım kontrole gelir. İyi istirahatler Doğa Hanım." gülümseyerek odadan dışarıya çıktı doktor.
"Sen biraz daha gözlerini kapa, ben yarım saat sonra haber veririm."
Doğa başını sallayıp gözlerini kapadı.

(Yarım saat sonra)

"Kızım. Hadi kalk eve gidiyoruz." diye hafifçe dürtmeye başladı annem. Gözlerimi açıp yüzüne baktım. Sonra da koluma. Aşı çıkmıştı. Yavaş yavaş ayağa kalktım. "Tamam, hadi gidelim."
Duraksadım.
"Ama önce sahile çıkabilir miyiz? Birlikte..." o kadar ihtiyacım vardı ki.
"Olur kızım. Ama herşeyi anlatacaksın. Yani neden bu halde olduğunu."
Başımı sallayıp odadan çıktım.

_

"Sahile de geldiğimize göre anlatabilirsin artık, değil mi?"
"Evet, küstük bu kadar."
"Emin misin?"
"Evet dedim ya!"
Doğa sinirliydi. Konuşma stilinden, hareketlerinden kısacası herşeyinden. Annesi de anlamıştı, bu yüzden uzatmadı. Ama daha sonra tekrar deneyeceğini Doğa biliyordu. Doğa annesi Ecem Hanım'a döndü,
"Gidebilir miyiz?"
"Gidelim."
Doğa ve Ecem Hanım arabaya bindiler. Doğa içli içli dışarıya bakıyordu.
Dakikalar geçmiş evin kapısının önüne gelmişlerdi. Ama bu dakikalar Doğa için saatler olmuştu. Doğa perişhandı.

Artık cennet de, cehennem de Doğa'nın içindeydi. Siyahla beyaz dipdibeydi. Acıyla mutluluk savaştaydı ve Doğa hiç birini yansıtmıyordu. İçinde bir çocuk çığlık çığlığaydı Doğa bunu göstereniyordu.
Çünkü;
Çok şey vardı anlatılacak. Ve birini söylese diğeri yarım kalacaktı. İşte bu yüzden sustu Doğa...

KayıpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin