one

706 53 12
                                    

çalan alarmı kapatıp yavaş adımlarla banyoya ilerledim.
çalıştığım yerin iyi yanlarından biri sabahın köründe değil de saat 10'da açılmasıydı.
bu yüzden insanlar genellikle öğle yemeğine gelirdi zaten.
çalıştığım kafe akşam bar oluyordu oldukça sevilen kafe/barlardan biriydi.

patronum lim jaebeomu seviyordum iyi biriydi tam da paraya ihtiyacım olduğu zamanda beni kabul etmişti. üstelik personel ihtiyacı da yoktu, ben fazladan personel olmuştum.
nedenini sorduğumda paraya ihtiyacım olduğunu ve beni reddederse bunun hep aklında olup onu üzeceğini söylemişti.
dedim ya o iyi biriydi, parası olmayıp da içki almak isteyenlere bedavadan verirdi falan.

aslında varlıklıydı fakat en büyük hayallerinden biri kafe işletmek olduğu için paradise'ı açmış.
babası da hayalini gercekleştirmesine engel olmamak için izin vermiş.

hava soğuk olduğu için ısıtıcının derecesini biraz daha fazla açıp kendime kahvaltı hazırlamaya koyuldum.

**

mola verdiğimiz için kafenin arka tarafındaki masada oturuyorduk.
jinyoung sigarasını içiyor, chaeyoung ve jihyo ise yeni çıkan bir makyaj markası hakkında koyu bir sohbete dalmıştı.
ben mi? ben de kışın soğuğunda sıcaklığıyla elimi ısıtan kahve fincanımla bakışıyordum.
fincanı kendime yaklaştırıp dumanın yüzüme vurmasına izin verdim.
bu hissi seviyordum.

daha sonra aklıma annemi bayadır aramadığım geldi.
annem benimle farklı şehirde yaşıyordu ben çalışıp ona para göndermek için burdaydım.
onun kazandığı para yetmiyordu.
babam bizi terk ettiğinde oldukça çaresizdik.
ben 17 yaşındaydım liseyi bitirip mecburen işe başladım.
ilk işim bir restaurantta temizlikçilikti daha sonra türlü tür yerlerde çalışmıştım.
annem de öyle.
bu yüzden üniversiteye başlamadım okusaydım belki iyi bir psikolog olabilirdim.

"hey dahyun ne düşünüyorsun sen öyle kaç saattir?" dedi jinyoung sigarasını kül tablasına bastırırken.

"annemi düşünüyordum bu noelde yanına gideceğim sanırım. hem bayadır da aramıyordum ben bir onu arayayım en iyisi."

başını sallayıp telefonunu çıkarttı ve oynamaya başladı.

ben de yanlarından ayrılıp annemin adını tuşladım.

**

"sence de şu çocuk çok yakışıklı değil mi?" diyerek kolumu dürten jihyo'ya gözümü devirdim.
erkeklerden hoşlanmadığımı söylediğimden beri ne zaman yakışıklı birini görse aynı soruyu soruyordu.
etkilenmiyorum işte anlasana artık!

"tipim değil."

"hıhh çok seçicisin kim dahyun"

omuz silkip işime döndüm.
elimdeki bezle 2. kez tezgahı iyice sildim ve bezi mutfağa götürdüm.

ben seçici değildim, öyle olsam hirai momoyu sevmezdim.
neyse.

"jinyoung, yeni frambuazlı cheesecake siparişi var." diye bağırdım mutfaktaki arkadaşıma.

her zamanki gibiydik işte, iş güç derken zaman geçiyordu. saat 10'da burayı açıp 1'de yeme molası veriyorduk birkaç saat sonra da patronumuz jaebum işler nasıl diye bakmak için geliyordu. her zaman gelmiyordu tabi arada bir geliyordu.
ben artık babası tarafından terk edilen 17 yaşındaki ağlak kız kim dahyun değildim.
o olmasa da anneme ve kendime bakabilirdim.
o olmasa da beni seven insanlar vardı.
çoğu zaman keşke onu hiç tanımasaydım ben doğmadan bizi terk etmiş olsaydı diyorum.
çünkü küçükken her kız gibi babasına tapan biriydim ve onun bizi bırakıp gitmesi beni oldukça hayal kırıklığına uğratmıştı. uzun süre psikolojim bozuk gezdiğim zamanlar olmuştu.

nedense herkes beni bırakıp gitmek için sözleşmiş gibiydi.

"bugün birlikte film izleyelim mii?" dedi chaeyoung koluma girerken.

onunla en çok yaptığımız şey film izlemek olduğundan garip gelmemişti. aynı filmi 473839 kez izlemeyi severdi.

"olur." dedim hazırlanan siparişleri tepsiye koyarken.

"YESSS" diye bağırıp işine döndü.

normal bir arkadaşım yoktu cidden buna bile mutlu oluyordu.

ama yine de onlarla mutluydum, beni umursayan birilerinin olması güzel hissettiriyordu.

**

hate you // dahmoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin