Hiç durup dururken hüzünlü hissettiniz mi?
Sebebini dahi bilmeden, sadece iliklerinize kadar o hüznü hissettiniz mi? Kalbinize çöken, kulaklarınızda yabancısı olduğunuz uğursuz fısıltıları hissettiniz mi? Küçük kız 26 Ağustos 2000 tarihinde tam olarak böyle hissediyordu.
Öğle vaktinin parlak, sıcak ışıkları kendini kızıl gökyüzüne ve teni okşayan rüzgara bırakmıştı. Kasabanın turistleri çoktan toparlanmış, kulübelerine çekilmişlerdi. Ase sahilde biraz daha durmak istemişti. Sıcak kumların üzerine oturmuş, Jonghyun'u bekliyordu. Dün ona sahilde bulduğu ayıcığı getireceğini söylemişti ancak gelmemişti. Yalan mı söylemişti?
Küçük kız etrafı saran düdük sesiyle başını kaldırdı. İskeleye büyük yolcu gemisi yaklaşmıştı. Günün son sefer vakti gelmişti. Kasabaya yeni getirdiği yolcularını bırakacak ve kasabadan ayrılacak yolcularını alıp gidecekti. Küçük kız, akşamüzeri iskeleye yanaşan bu büyük gemiyi çok severdi. Geminin kaptanı tonton, yaşlı bir beyefendiydi. Yüzünde, okyanusun dalgalarıyla dans etmiş yılların izi vardı. Saçları, gökyüzünün pofuduk bulutları kadar beyazdı. Gözleri, okyanusun aynası gibiydi, masmavi. Büyük gemisinden en son o inerdi. Her geldiğinde elinde bir poşet dolusu şekerleme olurdu. Kasabanın çocukları geminin önünde heyecanla onu beklerdi. Yaşlı kaptan onları gördüğünde o şen kahkahasını atar, başındaki beyaz, lacivert çizgileri olan denizci şapkasını çıkarır onları selamlardı. Sonra çocuklara sarılır, onlara şekerleme verir, gemiye binmelerine izin verirdi. Bu yüzden sadece Ase değil, başta çocuklar olmak üzere herkes büyük geminin kaptanını çok severdi. Ancak bugün farklıydı. İlk defa bugün küçük kız yaşlı kaptanı karşılamaya gitmedi. İlk defa bugün küçük kız o büyük gemiyi sevemedi. İlk defa bugün küçük kız o düdük sesini duymak istemedi. Sebebini bilmiyordu. Sadece hüzünlü gelmişti.
"Hey, Ase!" Kendisine seslenen o tanıdık sesi duyduğunda hızla yerinden kalktı ve bakışlarını sesin geldiği tarafa, Jonghyun'a çevirdi. Kaldırdığı ve aynı bir kaktüsü andıran kısa saçları, kısa lacivert şortu ve kırmızı tshirtü ile çok sevimli görünüyordu. Elinde ise mor hediye kağıdına sarılmış, beyaz puantiyeleri olan bir kutu vardı. Küçük çocuk, kızın yanına geldiğinde durdu. "Merhaba. Bugün sahile gelemedim. Seni beklettiğim için özür dilerim," dedi utana sıkıla. Küçük kız gözlerini, küçük çocuğun üzerinden çekmeden başını iki yana salladı.
"Sorun değil, ben de seni bekliyordum. Sonuçta geldin" dedi, tatlı gülümsemesini yüzüne yerleştirerek. Çocuk da gülümsedi ve elindeki kutuya baktı. Bir süre bir şey demeden sadece kutuya bakmıştı. Yüzündeki tebessüm silinmiş, yerini bir hüzün kaplamıştı. Gözlerini küçük kıza çevirmeden kutuyu ona uzattı.
"Bu senin için... Bir hediye. Sana bahsettiğim ayıcık da içinde. Bir de bana ait bir oyuncak var. Seninle paylaşmak istedim," dedi. Ase onun bu haline anlam verememişti. Kutuyu elinden aldı ve yere bıraktı.
"Teşekkürler Jonghyun ama neden üzgünsün? Ayıcığı bana vermek istemiyor musun?" Jonghyun dolu gözleri ile küçük kıza baktı ve başını iki yana salladı.
"Bugün evimize dönüyoruz. Birazdan kalkacak gemiye bineceğiz. Dün akşam eve gittiğimizde öğrendim. Bu sabah eşyalarımı topladığım için gelemedim," dedi. Küçük kız duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. O gidiyor muydu? Onu bir daha göremeyecek miydi? Jonghyun gibi kendisinin de gözleri dolmuştu.
"Bir daha seni göremeyecek miyim," dedi kırılgan ses tonunu gizleyemeden. Küçük çocuk dolu gözleriyle gülümsedi. Gülümseyince kısılan çekik gözlerinden yaşlar düştü, sıcak kumlara karıştı.
"Neden göremeyeceksin? Buraya tekrar geliriz," dedi umut dolu sesiyle. Küçük kızın kalbi bu umut dolu belirsizliğe çoktan inanmıştı. Gülümsedi ve Jonghyun'un kendisi için hazırladığı hediye kutusuna baktı.
"Ben de sana bir şey vermek istiyorum," dedi yere çökerek. Hediye kutusunun kapağını açtı. İçinde Tüylü 'yü görünce çok sevindi. Hemen kutudan aldı ve küçük ayıcığına sarıldı. "Tüylü, seni çok özlemişim," dedi özlem dolu sesiyle. Sonra gözüne kutudaki küçük, oyuncak mikrofon ilişti. Merakla kaşları kalktı ve mikrofonu eline aldı.
"Bu benim en sevdiğim oyuncağım. Büyüyünce şarkı yazmak ve söylemek istiyorum. Mikrofonum sende kalsın istedim. Büyüdüğümüzde bu hayalimi unutursam, bana hatırlat. Bir de kendini çok üzgün hissedersen bu mikrofonla şarkı söyleyebilirsin," dedi bir çırpıda. Ase tüm dikkatini ona vererek dinlemişti. Mikrofona baktı ve gülümsedi. Yerinden doğrulup başıyla onu onayladı.
"Hatırlatacağım," dedi küçük kız. Elindeki oyuncak ayısına baktı. Tüylü, onun en yakın arkadaşıydı. Belki de tek arkadaşı ama şimdi Jonghyun vardı. Onlar arkadaştı değil mi? Tüylü'nün başına minik bir öpücük kondurdu ve küçük çocuğa uzattı.
"Ben de Tüylü'yü seninle paylaşmak istiyorum . Tüylü benim tek arkadaşımdı ama artık sen varsın. Biz arkadaşız. Bu yüzden Tüylü sende kalsın. Kendini çok yalnız ve üzgün hissedersen ona sarılabilirsin. Gece karanlıkta korkarsan da ona sarılıp uyuyabilirsin. O çok iyi bir ayıcıktır. Sırlarını onunla paylaşırsan kimseye söylemez,"dedi küçük Ase. Jonghyun bir Ase'ye bir de Tüylü'ye baktı. Başta kararsız kalsa da küçük kızdan kendisine bir anı kalmasını istiyordu. Minnetle ayıcığı aldı ve sıkıca sarıldı.
"Ona çok iyi bakacağım" dedi.
Gitme vakti gelmişti. İlk veda vakti . İki küçük çocuk da ilk vedalarını böyle yaşamıştı. Bir küçük tatil köyü kasabasının sahilinde, okyanusun önünde, güneş veda busesini yüzlerine kondururken... Gökyüzü, insanı kendisine hayran bırakacak kızıl elbisesini giymişken...
İki küçük çocuk birbirlerine el salladı. Jonghyun sırtını küçük kıza dönmeden geriye doğru yürümeye başladı. Dolu gözlerine inat gülümsüyordu.
"Tekrar görüşelim," dedi. Küçük kız başıyla onu onayladı. Elini sallamaya devam ediyordu.
"Tekrar görüşelim," diye karşılık verdi. Gözyaşları kendini çoktan bırakmıştı. Gülümsedi. Onu gülümseyerek uğurlamak istedi. Elindeki mikrofonu sıkıca tutuyordu. Küçük çocuk arkasını ona dönmeden önce son kez seslendi.
"Deniz kızları kumdan kalemize uğramışsa eğer onlara, tekrar geleceğimi ve daha büyük kaleler yapacağımızı söyle," dedi. Daha sonra arkasına dönüp iskeleye doğru koşarak uzaklaştı. Küçük kız cevap vermedi. Sadece başıyla onu onayladı ve el sallamaya devam etti.
Küçük çocuk gitti.
Denizkızları, yaptıkları kaleye uğradı mı, hiç bilemediler. Belki de gelmişlerdi ve belki de teşekkür etmek için okyanusun serin sularında onları izlemişlerdi. Birbirleriyle en sevdikleri oyuncaklarını paylaşmalarına şahit olmuşlardır. Belki de birbirleriyle paylaştıkları şeyin sadece oyuncakları olmadığını, kalplerini de birbirleriyle paylaştıklarını biliyorlardı. Kim bilebilir?
İlk vedaları böyle gerçekleşti.
Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir, demişti büyükannesi.
Karşımıza çıkan her kişinin hayatımıza etkisi vardır. Bu belki ufak bir etki olur, belki de hayatımızı değiştirecek kadar büyük.
Ve bu her şeyin başlangıcıydı.