-27-

327 22 35
                                    

Bir hafta? İki.. ay? Sahi, ne kadar olmuştu o haberi Jungkook'a ulaştıralı? Ya da en önemlisi "Ulaşmış mıydı?" Yatağımda oturur pozisyona gelip alarmımı kapattım, işe gitmem gerekiyordu ama canım hiç istemiyor, aksine yatağımdan çıkmayı bile planlamıyordu. Hayatımı adadığım mesleğimden bile tiksinmiş durumdayım. İyi miyim? Akıl sağlığım her zamanki gibi yerinde mi? Emin değilim...

Kapımdaki tıklama sesine doğru dönüp "Gir" komutunu verdim. Hafifçe açılan kapının arkasında duran kız kardeşim bana acınası gözlerle bakıyordu, o kadar mı kötüydüm?

"Abla, istersen bugün işe gitme, ne dersin?" Kesinlikle çok kötü görünüyor olmalıydım. Kardeşim nadiren böyle bir teklif sunardı, o günlerde de genelde çökmüş durumda olurdum. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

O mesajdan ümitliydim, Jungkook'la çok eskiden kullandığımız bir yöntemdi. Anlamsal olarak baktığınızda hiçbir manası olmayan cümleleri, kelimelerine ayırıp sonra da baş harflerini birleştirmek. Akıllıca, fakat çabuk akla gelir değil. Acaba çoktan yöntemi unutmuş muydu? Onunla dalga geçtiğimizi düşünmemişti değil mi? Sırf abisini endişelendirmemek için o gün açık açık konuşamamıştım, hata mı yapmıştım?

Yavaşça yataktan kalktım ve boy aynamdan kendime baktım. Pijamalarım neden bu kadar boldu? Kaç kilo vermiştim? 5 mi? Yoksa 6? Göz altlarım, morarma aşamasını geçmiş, siyahımsı bir renk almıştı. "Fondöten bile sana yaramaz kızım" diye geçirdim içimden. Ardından kendimi tutamayıp hafiften kıkırdadım. "Ne oldu abla?" Ne güzel, şimdi de korku dolu bakışlarını hissediyordum üzerimde. Ah be kardeşim, ne zordu senin için bu durum. Sevgilin de, ablan da aynı durumda.

"Hiç kendini Hoseok ve benim aramızda sıkışmış hissettin mi Youra?" Sorduğum soruyla gözlerinin içine baktım. Siyah perdenin arkasındaki sevgiyi görebiliyordum, ben de seni seviyorum Youra. "Ne demek bu abla? İkiniz de benim için en değerli insanlardansınız, tabii ki sıkışmış hissetmiyorum" başımla onaylayıp dolabın önüne ilerledim. Kolumdan tutan eli hissetmemle hareketlerimi durdurdum.

"Bırak kıyafetlerini ben hazırlayayım, sen elini yüzünü yıka" tekrar en sevdiğim kardeşimi başımla onaylayıp banyoya ilerledim. Yüzümü yıkarken en ufak bir değişiklik hissetmiyordum. Ne ayılıyordum, ne de kendimi daha iyi hissediyordum. Ben... her zamanki gibiydim. Soğuk.

Gözüme erişen tarağa baktım. Saçımı taramalı mıydım? Hayır, boş ver. Ufak bir iç çekip banyodan çıktım ve Youra'nın yanında bittim.
"Ne giyeceğim?" Bana uzattığı pantolon ve gömleğe baktım. Gömleğin Joon'un hediyesi olduğunu hatırlıyordum. Joon demişken, onu da en kısa zamanda aramalıydım. Her gün evime gelse de kapıyı açıp açmamak bana kalmıştı, beni bu halde görmesini istemiyordum. Sevdiğim adamın hayatındaki odak noktası şu anlık ben olmamalıydım. Kimsenin odak noktası ben olmamalıydım. Dünyadaki en gereksiz insanlardan biriydim, belki de yaşamayı bile hak etmiyordum bilemiyorum.

Kıyafetlerimi giyip tekrardan yatağa oturduğumda, Youra elindeki tarakla arkama geçmiş ve nazik hareketlerle saçımı taramaya başlamıştı. Kolumu kaldıracak halim yoktu ama işe gitmezsem kovulma şansım da oldukça yüksekti. İşim iyiydi, kaybetmek istemiyordum. İnsanın mecbur kalması ne kadar da acınası bir duygu böyle, istemediğin şeyleri yapmak... halbuki bize böyle öğretmemişlerdi. Okula başlarken "Kimse sana zorla bir şey yaptıramaz" dememişler miydi? Daha dün gibi hatırlıyordum, peki neden bu sözü bana emirler yağdıran insanlara söyleyemiyordum? Hah doğru ya, statü... Dünyadaki insanların en az %80'inin canından daha çok kıymet verdiği şey: Statü. İnsanların saygınlığını kazanmak önemliydi tabii ama bireyin önce kendine saygısını kazanması gerekir. Bunu stajyerlerime hep söylerim.

Peki ya onlar? Benim yokluğumda onlar ne yaptılar? Başka bir cerrahın emrine mi verildiler? Ops, "Emrine verilmek" dedim değil mi? Özür dilerim, ağız alışkanlığı. Bir dahakine yapmayacağım.

İyi de kiminle konuşuyordum? Beni dinleyen kimse yoktu, "Kendi kendine iç savaş veriyorsun aptal" diye geçirdim içimden. Youra bana makyaj yapmayı da bitirdiğinde yine aynı hissediyordum. Soğuk.

Göz altlarımdaki siyahlıklar hafiften kapanmıştı ama biri beni yolda görse elime para sıkıştırmaz da değildi. Perişan haldeydim, böyle hastaneye gidersem statüm düşerdi. Aman Tanrım, ne diyordum ben? Demin kınadığım insanlara benzemeye başlamıştım, iki dakika içerisinde... Umarım daha çok pot kırmam, her ne kadar kimse beni dinlemiyor olsa da...

"Ben çıkıyorum o zaman" deyip kardeşimin cevabını beklemeden çantamı ve telefonumu alıp çıktım. Arabaya binip Joon'u aradım. Üçüncü çalışta açtığında sesi benim gibi solgun geliyordu, "Efendim?"

"Hey, merhaba. Sadece bugün hastaneye gelemeyeceğimi bil istedim" elimle direksiyonun üzerinde hayali daireler çiziyordum. "Danbi, genel cerrahiyi daha fazla kendi kendime idare edebilir miyim bilmiyorum. En kısa zamanda geri dönmeye bak. Jungkook ölmüş de olabilir, ölmemiş de olabilir. Artık bir şekilde alışmamız lazım. Hayatımızın sonuna kadar böyle yaşayamayız ya. Seni özledim"

Gözlerimden süzülen göz yaşları mıydı? Tenimden daha soğuklardı bu yüzden fark etmem çok da zor olmamıştı. "Joon, ben kendimi henüz hazır hissetmiyorum ama en kısa zamanda geri döneceğime emin olabilirsin" cevabını beklemeden suratına kapattım. Sesini bir saniye daha fazla duymak için kilometrelerce yol tepebileceğime yemin edebilirdim ama elim benden izinsiz hareket etmişti sanki, telefonu kapatmıştım. Yan koltuğa fırlatıp alnımı direksiyona dayadım.

Neydi bu perişanlık? Bitmişlik hissi? Yetmiş yaşındaki teyzeler gibi davranıyordum. Kendimden nefret etmeme ramak kalmıştı. Umarım o seviyeye geçmeden bu "Depresyon" denilen illetten kurtulurdum. Telefonuma gelen mesaj sesiyle alnımı kaldırmadan ekrana baktım.

"Jungkook: Evinin önündeyim, bana çıkmamı söyleyen sendin değil mi? 'Jungkook, elma' dediğini duyar gibiyim"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 03, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Doctor |KNJ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin