Çöp kutusunun yanında bulduğum temiz olmasada, beni idare edecek olan battaniyeye daha sıkı sarıldım. Bir sis bulutu etrafı kaplamışken tek istediğim şeyin, sıcak bir yuva olduğunu düşünüyordum. Rüzgarla birlikte yerde sürüklenen yapraklara takılı kaldı gözlerim. Bedenim soğuğun etkisiyle titriyordu ve ne yazık ki yanan ateş bile beni ısıtmaya yetmiyordu.Ankara'nın bu ayazında bir gün donup gidecektim sanırım.
Ufakta olsa yakabildiğim ateşe soğuktan çatlayan ellerimi uzattım. Ellerimin çatlamış olması ya da güzel olması hiçbir zaman umrumda olmamıştı açıkcası. Sadece ısınsın istiyordum. Etrafı ufakta olsa aydınlatan ateşin ahenkli dansına kilitlendi bakışlarım. Bana huzur veren tek şey ateşin esintiyle birlikte dans edişiydi.
Dizleri yırtık pantolonumdan içeri giren hava yüzünden, bacaklarımı hissedemez olmuştum. Kollarını dolayıp içimi ısıtacak birinin olmaması, içimde tarif edemediğim bir sızının oluşmasına sebep oldu. Ağlamayı 5 sene önce bırakmıştım. Ama her ne kadar ağlayamıyor olsamda, burnumun kemiği sızlıyordu işte...
Şehir çoktan karanlığa merhaba demişti ve benim o lanet olası depoya gitmem gerekiyordu. Bense oraya gitmek yerine donarak ölmeyi tercih ediyordum. Sayıma geç kalacağımı bildiğim halde yanan ateşin sıcaklığıyla mayışmış, bedenim betonla bütünleşmişti. Her gün sanki zindandaymışız gibi sayım yapılıyor, sayıma dahi geç kalsak işkence görüyorduk.
Aslında depoya gitmememin tek nedeni bu değildi. Açıkcası korkuyordum. Bugün sadece 20 lira toplayabilmiş, 5 lirasıyla karnımı doyurmuştum. Yapmamam gereken bir şeyi yapmıştım bunun farkındaydım... Ama açlıktan halsiz düşmüş bedenim ve burnuma gelen o köfte kokularıyla daha fazla dayanamamıştım.
Neden bu işi yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. 18 yaşında bir kıza neden insanlar para versinler? Herkesin ağzında aynı cümle dolanıyordu.
Elin ayağın tutuyor. Dileneceğine gidip çalışmayı dene.
Gün içinde bu cümleye o kadar çok maruz kalıyordumki... Aslında bu cümleyi duymak beni her ne kadar rahatsız etsede alışmıştım. Ama bazıları öyle ağır konuşuyorduki, gururumun kırılma sesleri kulaklarıma doluyordu...
Bazıları ise dalga geçiyor, parayı veriyormuş gibi yapıp geri çekiyorlardı. İnsanlar ne zaman bu kadar acımasız ve ön yargılı olmuşlardı? Bana bakışları, davranışları o kadar koyuyordu ki bana... Sanki yaşadığım bu hayatı ben seçmişim gibi davranmaları her zaman olmasada, bazı zamanlar derinden yaralıyordu. Zorla dilendirildiğim hiç kimsenin aklına gelmiyor muydu? İnsanlar ne zaman bu kadar kör olmuşlardı?
Depodan kaçmayı birçok kez denemiştim, ama bu kaçışlarım sadece bedenimde ve ruhumda derin yaralar açılmasına sebep olmuştu. O Murat denen herifin, bana yapmadığı işkence kalmamıştı. İşkencelere dayanamayıp ölmeyi çoğu kez düşünmüş, fakat yapamamıştım. Her ölüme bir adım attığımda, arkamda bırakacağım ufak bedenler aklıma gelmiş ve bu ölmeme engel olmuştu.
Depodaki çocukların arasında, en büyükleri bendim. Murat denen adiyle ilk tanışmış olan, nelere sinirleneceğini, sinirlenince neler yapabileceğini aralarında en iyi bilen bendim. Buna rağmen asla pes etmemiş, her seferinde ondan kurtulmaya çalışmıştım.Benden cesaret alıp, kaçanlar olmuştu ama onlarda benimki gibi yakalanmış ve işkenceye maruz kalmışlardı...
Birden çok işkence yöntemi vardı Murat'ın. Ben hepsini yaşamış olandım aralarında... Kaçma olaylarımı saymazsak, sayıma geç kaldığım zamanlarda çok olmuştu. Sayıma bir kişi dahi geç kalsa, herkes dayak yerdi depoda. Buna rağmen kim geç kalırsa kalsın, hiç kimse ona kötü gözle bakmazdı. Hepimiz susuyorduk...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Dansı
Mystery / Thriller"Biz seninle ölümün kıyısında tanıştık." dedim mavi gözlü katilime bakarak. "İşime karışmasaydın..." hafifce beni kendi etrafımda dönderdi. Sol kolunu belime yerleştirdikten sonra geriye doğru eğildim. Bir kar tanesi gökyüzünden dudaklarıma konduğu...