[ on iki ]

10.3K 1.1K 1.1K
                                    

Plan, kusursuz denilebilecek bir plan.  Hwang Hyunjin'in merak ettiği, zihnimin oluşturabileceği en sağlam plana ihtiyacım vardı. Sadece merak etmekle kalmalı, zihnimin bırakın derinlerini, kapısının önünden bile geçememeliydi.

Söylediklerinden sonra yanımda çok durmadan kalkıp gitmişti. Ben de bir şey söyleme gereği duymadım. Ne desem yanlış anlaşılabilir bir pozisyona dönebilirdi. Fakat iki gün önce başlattığım kaosun ardı gelmiyordu. Birkaç toprak kaydıktan sonra, diğerleri de onu takip ediyordu.

Lee Minho, takımdan çıkmıştı. Evet, doğru çıkmıştı, atılmamıştı. Haliyle herkesin aklına gelen ilk seçenek de, ikisinin takım adına iddiaya girmeleri olduğuydu. Çok mantıklı bir sebepti. Hyunjin'in neden bu kadar sinirli olduğunu bu iddia ile bağlaştırırsak, gerçekten de mantıklıydı. Bir sayı fazla atamasaydı, kaptanlığı bırak takımda bile olamayacaktı. Böylece voleybol adına düşmanlıkları sona ermişti.

"Felix, inanmıyorum. Gerçekten bak, beni dinlesene bi'. Diyorum, bunları okul dergisi dışında da yayınlayalım. Hangi okulda var bu kadar kaos, rekabet, aşk cart curt?" konuşması bittikten sonra bana döndü. "Felix, bir daha seninle muhabbet edenin anasını-"

"Sen bilirsin tabii." dedim ve omuzlarımı silktim. "Hangi geri zekâlı alır acaba. Kim ne yapsın?" durdu ve ciddiyetimi sorgular gibi buz gibi bir suratla bana baktı. "Evet ben bilirim, bu yüzden sus."

Ah Tanrı'm..

Yeniden omuz silktim ve onu beklemeden yürümeye devam ettim. Bir an önce eve gidip planımı oluşturmalıydım. "Herkes şu anda spor salonunda, kaoslar hakkında muhabbet ediyor. Gelmiyor musun?"

Kaşlarımı çatarak ona döndüm ve yüzümü buruşturdum. Bu hayatımda duyup duyabileceğim en saçma ve gereksiz aktivite olabilirdi. Fakat gitmem gerekiyormuş gibi de hissediyorum. Çünkü, öğrenebileceğim en ufak bir bilgi bile her şeyiyle işime yarayabilir.

"Kısa kalırım. Gidelim." dedim ve merdivenlerden inip en alt kata vardım. Koridorda gruplar halinde takılan arkadaşlar vardı ve hepsi hararetli bir konuşma içerisindeydi. Yanlarına doğru yaklaştım ve sırtımı duvara doğru verdim. Seungmin ne  yaptığımı anlayamıyordu muhtemelen ama gelip aynısını o da yaptı. "Ne yapıyoruz?"

Ona baktım ve işaret parmağımı dudağımın üstüne doğru yavaşça bastırdım. Tamamen odaklanmaya çalışarak, yan taraftaki muhabbetleri dinlemeye başladım.

"Özel bir şey de olabilirmiş öyle diyorlar. Bana sorarsan, Lee Minho hâlâ aşık ama Hyunjin kötü bir şey yaptı ve o da gururuyla beraber ona deli cesaretiyle iddiaya girmelerini söyledi."

"İyi de, zaten kaptanlık için kapışacaklardı. Neden ortaya takımdan çıkmayı eklediler ki?"

"Bak güzelim, sen biraz zekisin aslında ama kendini böyle şeylere yorma. Sabahtan beri ne anlatmaya çalışıyoruz biz burda?"

"A-ah! Diyene bak be, evet tatlım, teyp gibi aynı şeyleri tekrar tekrar ötüp duruyorsun. Sen de haklısın tabii."

İkisinin de sesleri birbirine karşı yükselirken, gözlerimi devirdim ve buradan nasiplenemeyeceğimi anlayarak, kendimi ittirdim ve yürümeye devam ettim. Salonun açık kapısından içeriye girdim, hızlıca ortama bir bakış attım.  Aşırı kalabalıktı, kimin ne dediği bile karışabilecek kadar hem de..

"Hey Jisung!"

Seungmin'in sesiyle gözlerimi etraftan çektim ve yanımdan koşarak geçen Jisung'a kısa bir süre baktım. Seungmin'in kaldırdığı eli havada kalmış, yüzündeki gülüş silinmişti. Bunu başarabilecek ne tür bir surat ifadesi olabilirdi Jisung'da?

blurry faceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin