Gözü dönmüş talihin sapanına,okların için için kapanmak mı daha soylu yoksa bir dertler denizine karşı silaha sarılıp son vermek mi onlara?
Bay Shakespeare'ın bu sözünü düşünüp dururdum yıllarca. Soylu olanı arayıp bulmak isterdim kapıldığı serin sularda. Soylu olan olmak isterdim. Bir soylu gibi savaşmak. Oysa bir savaşa başladıysan ne soyun kalır ne sopun. Bunu elimdeki kılıçlarla cenk meydanına girene kadar anlamamıştım. Şimdi ise buradayım. Kanların, cesetlerin, acıların kılıç seslerinin, kemik seslerinin ortasında. Bir savaşın ortasında... Bir yanım silaha sarılıp son vermek istiyor onlara. Ama bir yanım hala o soyluyu arıyor. Gözü dönmüş bir şekilde. Kan çanağı gözleriyle etrafına bakıyor. Onu arıyor. Ne aradığını bilmediğini... Sonra o çıkıyor karşıma ve elimdeki kılıç kalbime saplanıyor. Çok acıtıyor bayım . Yemin ederim çok acıtıyor. Sizi temin ederim bayım. Bana üzülün yada acıyın diye söylemiyorum. Bilakis bu beni utandırır. Ama bir zahmet sahip çıkın gözlerinize. Bakmasınlar öyle. Bu savaş meydanında öyle acınası bakmak yakışmaz bir yiğide. Sizde alın kılıcı elinize savaşalım yıllardır bitmeyen harbin içinde. Ama kapatın gözlerinizi. Ellerimizle savaşalım. Aksine gözlerinize her baktığımda mağlup olacağım bu cenktte. Kapatın gözlerinizi bayım bir kez olsun ruhumuzla değil bedenimize savaşalım.
Ölümcül bir zehir gibi girin bedenime bayım. Yıkın, yakın. Acıtın. İz bırakın. Öyle masum izler değil. Derin ve kanlı izler bırakın. Dokunun bana bayım. Yabancı birisi gibi değil. Ev sahibiymiş gibi dokunun. Çekinmeyin bayım. Nasıl yakıp yıkarken cekinmiyorsaniz dokunurken de çekinmeyin. Nasıl ki bu aciz bedenim yıllarca sizin bıraktığınız acıyı tasidiysa dokunan ellerinizi de tanısın. Masum dokunmayın bayım sizin ölüm kokan elleriniz her dokunuşuzda biraz daha sarsın boğazımı. Biraz daha yaklaştırın beni ölüme. Beni bu acı dolu hayata sen mahkum ettin şimdi azrail kokulu teninle beni daha çok sarmala. Al kan kokumu, ver ölümün soğuk ve acınası kokusunu. Al benden bu yaşama sevincini boğ hüznün acı dolu iniltisine. Bana dokun bayım. Sar sarmala. Yak ve yık. Beni yok et. Yok et ki senin yok oluşunu görmeyeyim. Acı bu aciz bedenime daha çok yayılmasın. Bayım yalvarırım çek ellerini bedenimden sar parmaklarını boğazıma artık kes nefesimi. Senin dokunuşun olmadan bir nefes dahi alamayım.
Yıllarca geceleri silip atmak istedim hayatımdan. Yıllarca her gece uyuyup gözümü güneşin ışığıyla açmak istedim. Yıllarca kaçtım karanlıktan. Ya bir ışık yaktım yada bir kibrit. Sonra o ışık söndü, o kibrit kül oldu. Yanacak ve yakacak kimse kalmadı. Kendimden başka. Ve bende aldım elime çakmağı tutuşturdum kendimi. Yaktım. Yıktım. Ama kül olmasına izin vermedim. Çünkü bir kere kül olursam bir daha asla yanamazdım. Bir daha yanamazsam ise karanlığa mahkum kalırdım. Ben kendimi yaktım, kendi kendimi söndürdüm. Cayır cayır halimle çıktım insanların karşısına. Dumanlar bedenimden yüksele yüksele. Onlar ise ne dumanımı gördüler, ne alevimi. Her gün bir kişi dahi fark etsin bu yangınımı, bir kişi dahi olsa su serpsin alev alev yanan yuvama diye daha çok karıştım insanların arasına. Onlar ise benden kalan is kokusundan başka bir şeyi görmediler. Daha çok kaçtılar, daha çok uzaklaştılar. Ve ben karanlıktan korkan o küçük kız, Kocaman bir ormanın en karanlık köşesini yuva yaptım kendime. Kimsenin beni göremeyeceği kimsenin beni bulamayacağı bir yere. Bir zamanlar kendimi dahi gözümü kırpmadan yaktığım korkumun mezken tuttuğu yere. Nasıl yaptım diye sormayın öyle işte. Bir anda gelip geçti gözü dönmüş talihin sapanı. Ve ben bir anda kendimi buluverdim bu dertler denizinin içinde. En dipte, en kuytu köşede. En karanlık ve en tenha da. Korktuğum ne varsa en çok onda. Çünkü büyük korkular utanmazdır her gün daha çok büyümek ister. Yeni doğmuş bir bebek gibi giriverir hayatınıza. Onu her geçen gün besler, doyurursunuz. O sizden beslenir ve gün gelir yediği yemek karnını doyurmaz. Aç gözlü bir şekilde saldırır. İlk önce karın boşluğunuzdan vurur, sonra beyninizden. Parmak uçlarınızdan saç diplerinize kadar hissedersiniz onu. En sonunda sıra kalbe gelir ve en büyük yumruğu oraya vurur. Sen nefessiz bir şekilde kıvranırken o en büyük haliyle gülümser. Çünkü en büyük korkularımız hep bizden çıkar. Bir bebek gibi. Bizden doğar, bizden beslenir ve gün gelir bize ihanet eder. Aç gözlü korkular hep korkak insanların bedeninden beslenir. Zamanla daha çok yiyip tüketerek öldürür onları. Zehirli iğneyi batırır vücuduna. Zehirli elleriyle dokunur. Ve sıra son dokunuşa gelir o azrailin elini tutar ve alıverir ruhunuzu bedeninizden. Bir aşk gibi girer,ölüm gibi çıkar. Bir aşk gibi sürer cayır cayır yakar. Bir aşk gibi gelir , soluğunu keser, gider. Ve sen ne olduğunu anlamadan kendini ona ait bulursursun. Zehirsiz yapamaz, panzehire muhtaç kalırsın. Ah benim cılız, sarhoş bedenim. Yıllardır katilinin gözlerinde beslediği panzehire ulaşmak için ne çok zehirler içtin. Ve iki gözün içine bakıp da iyileştin. İki göze mahkum oldun, iki göze sürgün. Ve o iki göze son kez baktın. Elveda dedin. El veda... Onsuzken El veda oldu sana...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kesik Kanatlar Ve Kırık Canlar
Teen FictionVe gökyüzünde kuşlar özgür kaldı,benim kalbimde esir... Yılların acısı bir günde gider miydi? Her baktığında içinin acıyla yandığı kişi, ruhuna su serpebilir miydi? Bir zamanlar mutsuz sonla yazılmış bir kitap yeniden mutlu bir hikayeyle değişebilir...