"Bazı insanlar birbirinin mucizesidir" derdi Anannem ben küçükken. Hiç anlamazdım o zamanlar ne demek istediğini. Ona "O ne demek ananne?" diye sorunca pamuk ellerini yüzüme sürer ve "Büyüyünce anlarsın kızım" derdi. Ve ben hiç bir zaman onu anlamadım. Anlayamadım. Karşıma kim çıktıysa mucizem değil, kabusum oldu. Hayatımda sadece bir kişiyi sevdim. Bir kişiyle mutlu oldum, bir kişiyle kalbimi doldurdum. Sadece bir kişiye gösterdim sevgimi. Bir kişiye açtım kalbimi. Ve bir daha kimseye kalbimi açmamam gerektiğini öğrendim. Bunu o yapmadı, bunu hayat yaptı. Ve bana mucizelere inanmamam gerektiğini hatırlattı defalarca. Geçmiş yıllarım bu mucizeyi beklemekle, gelecek yıllarım ise bulmayı ümit etmekle geçiyordu. Oysa artık hiç birini istemiyor sadece bu kabustan uyanmak istiyordum.
Mucize mi? Kalsın. Yeterki bir kabusa dönüşüp beni korkulu rüyalara salmasın.
Ben küçük bir çocukken saklanırdım o kabuslardan, onlar ise usanmadan çıkardı yatağımın altından. Ama yorganım vardı o zamanlar. Şimdi ise bir başımayım. Ne yorganım var, ne saklandığım yatağım
O kanlar içinde kaldığım tırın ardından bir hastane odasında açmıştım gözümü. İlk açtığım an ölümü hayal etmiştim. Gözlerimi açmış ve başımın üzerindeki beyaz florasan lambayı cennetin ışığı sanıp gülümsemiştim.
"Anne, baba! Nerdesiniz?"
Ardından yine eklemiştim.
"Bakın bende geldim. Sobeledim sizi sobe" cennette en sevdiğimiz oyunları oynayacağımızı söylerdi babam. O yüzden mi saklanmışlardı benden. Ben küçük cennetimde onları ararken bambaşka bir ses doldu kulaklarıma."Günaydın küçük hanım"
Gözlerim görmekte zorluk çekiyordu. Ovuşturduğum kapaklarımı araladım ve karşımda bana bakan bir kadınla karşılaştım. Kafasında yarıya kadar şal ve gözlerinde gözlük vardı. Üzerinde ise beyaz bir önlük. Bembeyaz bir önlük. Melek miydi?Anlamayan gözlerle bakmıştım ona. Yoksa cennet denilen yer böyle bir yer miydi?
"Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?"
Yönelttiği diger soru ile yavaşça doğrulmaya çalıştım ama sızlayan omzum buna engel oldu. Acı ise bana hatırlattı her şeyi. O günü... Silahları,kanları... Yere düşen bedenimi ve yere düşürdüğüm bedeni. Ölürüm sanmıştım. Öyleyse neden hala hayattaydım? Tüm ailesini, evini, sokaklarını, memleketini kaybetmiş bir kız nasıl olurdu da yaşamaya devam ederdi? Tanrı 'nın bir sonraki planı neydi?"Burası neresi?" diye sordum kuruyan boğazımla. Konuşmaya başladığım an acıyan boğazımı yumdum.
"Su... Su varmı?"
Kadın masada duran hazır sulardan birisini çıkarıp bana içirdikten sonra sorumu cevapladı
"Burası İran" dedi. Ve dediği an bir korku tüm bedenimi sardı, yerle bir etti.
"Ne?" diyebildim. Benim ne işim vardı burada?
"Nasıl olur?" diye sordum titreyen sesimle. "Ben Türkiye'liyim. Nasıl geldim buraya?"
"Bu sorularınızı polisimize sorabilirsiniz. Ben sizi tedavi etmekten sorumluyum"
Kadın konuşuyor ama onu duyamıyordum. Buralara nasil geldiğimi bilmediğim gibi nasıl çıkacağımıda bilmiyordum.
Kadın hemşire başımda bir kaç şey ile uğraştıktan sonra gitti ve polis yanımda bitti. Onunda sorularının hepsini 'bilmiyorum' diye cevapladıktan sonra gözlerimi yumdum ve bekledim. Bu kabusun bitmesini bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kesik Kanatlar Ve Kırık Canlar
Teen FictionVe gökyüzünde kuşlar özgür kaldı,benim kalbimde esir... Yılların acısı bir günde gider miydi? Her baktığında içinin acıyla yandığı kişi, ruhuna su serpebilir miydi? Bir zamanlar mutsuz sonla yazılmış bir kitap yeniden mutlu bir hikayeyle değişebilir...