10:Anılar

146 34 4
                                    

Acıyla yazılan kader hep acıyla okunurdu. Bir yazarın kanlı parmakları bir roman yazmaya yeltenirse bunun sonu felaket olurdu. Ölüm olurdu, kan olurdu, vahşet olurdu. Ve benim hikayem de böyleydi. Benim hikayemde mutluluk yoktu, masallar, cırcır böcekleri yada, uzun saçlı prensesler yoktu. Benim hikayemde ben vardım. Kısa saçları omuzunda biten, cırcır böceklerinden nefret edip, hiç bir zaman masal okumayan ben. Ne masallar sevdi beni ne ben masalları anlayabildim. Sonra büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm. Büyüdüm ve masallar sığmadı avuçlarıma, gözlerim görmedi satırlarını. Minik kalbim hissetmedi sıcaklığını. Ben büyüdüm masallar ise hep çocuk kaldı. Masallar hep çocukların kalsın olur mu? Onu büyükler kirletmesin. Günahkar elleri tutup okumasın, sarmasın acıları saran parmakları. Gözleri görmesin onun nini gibi satırlarını. Cocuklara kalsın. Çocukların olsun. Masum, saf vemiz olan herşey onların olsun. Bize ise acıdan başka bir şey kalmasın. Bir masal yazalım, çocuklar hep yaşasın. Mutsuzluk olmasın o masalada. Hüzün, olmasın keder olmasın. Ölüm olmasın. O masalda çocuklar ölmesin. Hep yaşasın. Ve bizde o masalı dilden dile okutalım. Tüm dünya duysun. Masallar çocukların olsun! Hiç ölmeyecek çocukların.

Depremde şehit olan Ayhanınımın anısına.

Geçmiş geçtiği için geçmiştir derler her zaman. Oysa akıl denen şey asla geçmişi dinlemez, geçip gitmesine izin vermez. Beyin, zihin yada akıl her ne ise asla unutmaya, birakip kaçmaya müsade etmez. Geçer önüne. Bir duvar serer. Açar kapılarını ve bir anı sarar etrafını. Sen ne kadar o kapıları kilitli sanıp rahatlasanda aslında en ufak bir hareketinde açılır ardına kadar ve sarıverir dört bir yanını. Kaçmak istesende kaçamazsın, saklanamaz, korunamazsın. Yapamazsın bunu. Ayakların tutmaz, gözlerin görmez. Dilin inkar etmez, gözlerin yalan söylemez. Akıtır yaşlarını ve akan her yaş alev olur yakar canını. Hatıralar sarar sonra dört bir yanını. Yakar, yıkar, boğar, parçalar. Sen ise sadece tek bir cümle kurarsın. "Unutmak istiyorum" ama hayat buna müsade etmez. Her unutuşunda beynin inkar eder ve devreye girer. "Hayır" der. "Unutmazsın" bazen bir koku gönderir ondan. Bazen bir ses bazen ise bir nefes. Ona benzeyen yüzler gönderir, gülüşüne benzer kahkahalar. Acısına benzer yaşlar. Bir kardeş gönderir. Yetim hissettirir. Bir kuzen gönderir, yanlız hissettirir. Sonra bir dost gönderir ve mutsuz hissettirir. Ne eksiğin varsa hepsini gösterir. Sen yalnızlığınla, mutsuzluğunla ve yetimliginle kalırsın. Hayat ise kalabalığıyla, mutluluğu ve anası babasıyla gülümser sana. İşte o zaman anlarsın. Asıl deprem senin içinde yaşar, asıl felaket senin içinde kopar. Ve bir gün dünyan çalkalanır, hayatın sallanır ve yuvan yerle bir olursa. Bir gun memleketini bırakıp, uzak diyarlara kaçarsan. Bir gün sevdiklerini enkaz altında bırakırsan o zaman sil gözünün yaşını ve gülümse. Çünkü yanlız değilsin.

Depremde şehit olan bütün insanların anısına. En çok da minik kuzenimiz Ayhan'a...

Elimde duran anahtarı yavaşça kaldırdım. Avuç içlerime batan tırnak izlerim buraya gelişimi sorgular gibiydi. Oysa burası benim evim değil miydi? Burası benim yuvam, her şeyim değil miydi? Ne olmuştuda bu denli yabancı gelmişti?

Ah nice depremler görmüş yüreğim . Söylesene burayı da yuvam bilmem için altında mı kalmam gerekir?

Kapının gıcırtısı anahtarın hala aynı olduğunu gösteriyordu. Ve içeriden esin esin gelen meltem kokusu ise hiç bir şeyin değişmediğini. Her şey aynıydı. Herkes aynı. Tek değişen bendim. Tek değişen ruhum. Yavaş adımlarla içeriye girdim. İlk önce kapiyi kapatıp ayakkabılarımı çıkardım. Bu evin en önemli kurallarından birisi evde ayakkabi İle gezmemekti. Komididinin yanında duran ve en son nasıl bıraktıysam öyle kalan terlikeri ayağıma geçirdim. Gerçekten hiç bir şey degişmemişti. Yavaş adımlarla koridora geldim. Mutfaktan sesler geliyordu. Büyük ihtimalle orada olmalıydı. Hızlıca adımlarımı mutfağa yönlendirdim

Kesik Kanatlar Ve Kırık Canlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin