Hayatın zehirli sarmaşıklarının arasından nasıl çıkacağımı düşünüp durdum hep. Ellerim kanaya kanaya, ruhuma zehir bulaşa bulaşa yoldum o sarmaşıkları. Onlar ise benden daha büyük bir inatla en baştan çıktılar. Daha kuvvetli zehir, daha güçlü dallarla. Ben ise her seferinde daha güçsüz beden, daha güçsüz kollarla çıktım düşmanımın karşısına. Bir zırhım bile yoktu kollarımda. Bir panzehir bile yoktu dudaklarımda. Yorgun bedenim vardı,kanlı kollarım, korkak gözlerim. Düşmanının ise planları vardı,zehirleri, oyunları... Bakışları vardı ölüm kokan. Sesi vardı kıyamet kopan. Kokusu vardı cehennem kokan. İşte o zaman anladım. Burası bir cennet değildi. Karşımda bir iblis vardı her bakışıyla ölümü çağıran, her dokunuşuyla üzerime toprak atan. Burası bir cennet değildi. Araftı. Ben bir melek değildim. Aksine onun sarmaşıklarından daha güçlü zehirlere gebe olan bir yılandım. Karşımda ki iblis ise ona sırnaşmamı sevgi sayacak bir av. Bir el uzattı ve ateşle dans başladı.Bir ayağımız cehennemin ateşinde yanıyordu ama burnumuza cennetin kokusu geliyordu. Bu dans cennet kokuyordu ama birimiz cehenneme daha yakın duruyordu.
Bölüm 2: İblisle Dans
"Bu dansı bana lütfeder misiniz?"
Bedenim yıllar önce gömüldüğü mezardan çıktı. Saçlarımda yılanlar gözlerimden akreplerle, sırtımda kanatlar ruhumda kuşlarla. Medusanın ölüm kokan bakışlarıyla. Karşımda bana mezarımmış gibi bakan iblise karşı onu taşa çevirecek olan Medusa gibi bakarak. Bir an bile dokunduğu yerden çekmediği tenini alev alev yakarak. İt çamaşırımın biraz üstünde duran bıçağı alıp kalbine saplayarak. Ah ne çok isterdim bunu yapmak. Yıllardır her günümü toprak kokusuyla, her günümü ateşlerin ciğer yakan acısıyla geçirdiğim bu adama karnımın hemen altında biten ve yerinden çıkmak için an kollayan kılıcımı saplayabilmek. Göğsüne vurmak... Tam göğsünden vurmak.
"Acıdı mı canın?"demek. Sonra bir daha vurmak. Her seferinde yüreğinden gelen çatırtıyı, bedeninden gelen iniltiyi duyarak. 17 kere... 17 yılın acısına 17 kere. 17 yaşa eşit olan 17 bıçak darbesiyle. Soğur muydu yüreğim? Asla!
Diner miydi yıllardır durmadan kanayan yaram? Söner mıydım? Ben zaten kül olmuştum. Atsalar dı üstüme dağlarca ovalarca denizler, yağsaydı yağmur,sel etseydi beni. Yine söner miydi kalbimin yangını? Binlerce nehir, binlerce dere... Biliyordum sular aksa da, yağmur yağsa da ,yıllar solsa da geçmezdi. Ben bu acıyı mesken tutmuştum evimi bulmadan geri dönemezdim. Evim ise onun nefret dolu kalbiydi. Orayı çürütme den yolumu bulamazdıım. Çünkü insanın evini bulması zordu ama yıkması kolay. Bende 17 yıldır yaşadığım evi yıkacak ve kendi evimi bulacaktım.Ruhum nefes alabilme yetisini kaybetmiş bedenim ise titrememek için savaş veriyordu. Öyle bir ortamdaydım ki karşımda öfkeli gözlerle duran patnerim ve onun yanında yıllarımı verdiğim ve karşımda bana elini uzatmış bir şekilde duran intikamım. Soğuk elleri tenimdeydi. Yakıyordu. Soğuğun en sıcak haliydi. Toprak gözleri kokuyordu. Ölüm, savaş, kan ve ceset. Sesi bir melek kadar etkileyici bir iblis kadar sertti. Dudakları, yüzü, elleri ve gözleri onun gerçek olmadığını ispatlar niteliğindeydi. Sert bakan toprak gözleri keskindi. Kirpikleri bir kızı kıskandıracak kadar gür ve uzun. Saçları canlıydı. Karşımdaki adam toprağın vücut bulmuş haliydi. Toprak teni ve aynı şekilde olan toprak rengi saçlarıyla ben ölümüm dercesine bakıyordu.
Nasıl böylesine güzel olurdu ölüm? Söylesene iblis hangi yüzün bu? Kavisli burnun ve dolgun bal dudakların bir iblisin aksine bir meleği çağrıştırıyor. Ama ibliste bir zamanlar melekti değil mi? Tanrıya ihanet edip baş kaldırana kadar. Eminim ki Tanrı'nın en sevdiği meleğiydin. Yoksa bu kadar güzel olabilmen imkansız. Bakma öyle bana canını almak için geldiğim bu yolda ölüm gibi bakan gözlerine teslim olup açarım kollarımı semaya ve kaparım gözlerimi dünyaya. Ama bir bebek çığlığı gelir kulağıma işte o zaman açarım gözlerimi ve bu sefer seni taşa çevirmek için bakarım. Bu bıçağı göğsüne saplar bir an bile düşünmeden canımı alırım. Ben acıya aşık kadınım, kedere muhtaç. Acı için seni öldürmem gerekiyorsa yaparım. Gözümü dahi kırpmadan... Aşk bunu gerektirirdi çünkü. Aşk acıtırdı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kesik Kanatlar Ve Kırık Canlar
Novela JuvenilVe gökyüzünde kuşlar özgür kaldı,benim kalbimde esir... Yılların acısı bir günde gider miydi? Her baktığında içinin acıyla yandığı kişi, ruhuna su serpebilir miydi? Bir zamanlar mutsuz sonla yazılmış bir kitap yeniden mutlu bir hikayeyle değişebilir...