Gece çekildi kenara.
Seyre daldı gündüzle olan savaşımı.
Bugün herkes için sıradan, benim için olağandışı bir gündü. Bugün buradan çıkacağım gündü. Kaçacağım, kurtulacağım, hırsımı alacağım gündü. Aynı zamanda Yakup Saruhan ve Beril Kara'nın da düğün günüydü tabii. Düğün yapmak için ne kötü bir gün ama... Şayet ki buradan çıkarsam hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Hem benim için hem de hayatıma dokunan herkes için. Başarabilirdim. Ya da başarabilir miydim? Yılımın yarısından fazlasını geçirdiğim kafesimden kurtulabilir miydim? Sadece kuşlar mı uçardı? Ben de uçamaz mıydım?
Üzerimdeki bu şansla uçsam dahi yere çakılırdım ben.
Sabah hiç olmadığım kadar dingin uyanmıştım. Sakindim, durgundum, kıpırtısızdım. İçimdeki sesler susmuştu. Önceden aklımın gürültülü olmasından şikayet eden ben, şimdi sessiz oluşundan şikayet eder olmuştum. Çünkü sessizliğim beni korkutuyordu. Konuşmak her zaman iyidir, en kötüsü sessizlik... Dipsiz bir kuyu gibi. Sonunda seni neyin beklediğini bilmiyorsun. Bir şeyin bekleyip beklemediğini bile bilmiyorsun. İşte ben şimdi o belirsizliğin içindeyim, hiç olmadığım kadar karanlıktayım ve yönümü kaybettim. Bulamıyorum.
Bunları düşünerek hazırlandım bugün.
Kalçamda yerde oturmam yüzünden oluşan çürük izlerini kapatmasını umarak beyaz bir kilot giydim. Hızlıca verdiğim kilolar yüzünden sarkan göğüslerimi toplaması için beyaz destekli bir sutyen taktım. İç çamaşırı lüksüm bu kadardı. İki parça iç çamaşırı giydim diye üçüncüsüne izin yoktu. Atletim yoktu ama umurumda da değildi. Olsa muhtemelen o da beyaz gelecekti. Vücudumdaki izler beyaz boyayla kapanırmış gibi giyiniyordum. Ne küstahça! Ayak parmaklarım yara bereydi, bahçede tozu dumana kattığım anlarda olmuştu. Her şey gitse o izler gitmeyecekti benden, biliyordum. Kışa girdiğimizden beri ilk defa çorap giydim, beyaz yarım bir çorapla o yaraların üstünü de kapattım. Tenim açık renkti benim. Ta ki buraya girene kadar. Burada önce kırmızıya bulanmış, ardından morluklarla kaplanmıştı. Bacaklarımdaki eziklerin hepsine tek tek bakarak lacivert eşofman altını giydim. Üzerine aynı renk ve kumaştan yapılmış olan düz kazağı geçirdim. Kazağı giyerken fark etmiştim kollarımın yukarı kalkmaya takatleri kalmamıştı artık. Çorapla örttüğüm ayaklarımı burada giymeye alışık olduğum mavi plastik terliklerin içine geçirdim. Üstüm başım hazırdı, sıra saçımdaydı.
En zoru da oydu ya, aynaya dönecektim yüzümü.
Döndüm. Gözlerim aynadaki aksime baktı uzun zaman sonra. Sahi 6 aydır hiç bakmış mıydım aynaya? Bakmamıştım. Yıkanır, çıkar giderdim bu lavabodan. Ne saçımı tarardım ne şekil verirdim ne de üstüme başıma dikkat ederdim. Ne diye edecektim ki? Umurumda değildi görünüşüm, umurlarında değildi görünüşüm. Çıplak dolaşsam yadırgamazlardı eminim. Burada bir şeyler yolmaktan aşınmış parmaklarımı saçlarımın arasına daldırdım. Yeni banyo yapmıştım, ıslaklığı tamamen gitmemişti saçlarımdan. İnce parmaklarım saçımın dibinden başlayıp ucuna kadar indi. Normalde nasıl göründüklerini hatırlamaya çalıştım. Dalgalıydılar sanırım. Parlarlardı. Doğal kumrallığı herkeste hayranlık uyandırır, boyadığımı düşünürlerdi. Oysa bundan bir sene öncesine kadar saçıma hiç boya vurmamıştım. O vurduğum boya ise kanın kızıllığıydı. Islak olmasına rağmen kendini belli eden renge yüzümü buruşturarak baktım. Az kalmıştı, kurtulacaktım onlardan. Bir hışımla belime varan saçlarımı tepemde topladım, lavabonun kenarında gördüğüm lastik tokayla tutturdum. Şimdi o çalı süpürgesi gibi duran saçlarımdan arınmıştım, cadıya değil insana benziyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALLİCE HALİM ✔
Short StoryAkıl hastanesinde yatan bir kadın. O hastanenin güvenlik görevlisi olan bir adam. Ve bu; onların birbirlerini buluş hikayesi. *Wattpad'de yayımlanan Hallice Halim isimli ilk hikayedir.