Yaşamak en büyük delilik değil miydi?
Bir avuç deliydik özünde, kimse yaşamıyordu kendince.
Dün gece yaşadığım, yaşattığım o andan sonra sabahı nasıl etmiştim bilmiyordum. Gerçi ben hangi sabahı normal karşılamıştım ki? Hiçbirini. Dün geceyi düşünmemeye çalışarak bugüne bakmam gerekiyordu. Gözlerimin altında dün gecenin izini taşırken nasıl düşünmeyeceksem artık... Sabah elimi yüzümü yıkarken fark etmiştim, gözlerimin altı ağlamaktan ve uykusuzluktan şişmişti. Hafif morluk da eklenince zombi olma yolunda ilerler olmuştum. Doktorlar başka bir şeylerden şüphelenip kontrole bile almışlardı beni. Neyse ki kısa sürmüştü de hemen çıkmıştım.
Şimdi televizyon odasına ilerliyordum.
Yapmam gereken bir şey vardı.
Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde çoğu kişinin televizyonun karşısındaki kahverengi sandalyelere kurulduklarını gördüm. Birçoğu ilginç bir şey görmüş gibi televizyona bakarken bazıları hiç oralı bile olmuyor, etrafı kurcalıyordu. Ben oturan tayfadan olacaktım. Ancak kalabalıkta gözüme güzel bir yer kestirmemem gerekiyordu. Çok geçmeden içlerinde en sakin duran genç kızın yanına doğru ilerledim. Saçları siyah, gözleri kahve, kemerli burunlu, hafif tombul 19-20 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kızdı. Kulak altında biten kısa saçlarıyla oynarken dikkatle televizyona bakıyordu. Diğer kimseyle ilgilenmiyordu, yanı da boştu üstelik. Konuşmak, dert anlatmak için ideal biriydi. Anlattıklarıma çok kafa yormaz, izlediği şeyle ilgilenmeye devam ederdi muhtemelen.
Kısa mesafeyi kapayıp yanındaki boş sandalyeye oturdum. "Selam."
Selam verdim ama karşılığını aldım mı? Hayır.
Kız beni tepkisizliğiyle şaşırtmamıştı. "Ne izliyorsun?" diye sordum boş bir çabayla. Yine tepki vermedi ama saçındaki elini indirip işaret parmağıyla televizyonun ekranını gösterdi. O da haklıydı, izlediği şey karşımdaydı, ne diye bir daha ona soruyordum?
Gözlerimi üstün körü televizyona çevirdim. Yanılmıyorsam ekranda bir çizgi film oynuyordu.
Dizlerimi kırıp ayak topuklarımı oturduğum yere yasladım, kollarımı dizlerimin üstüne, kollarımın üstüne ise çenemi yerleştirdim. Böyle daha rahattım. Kendim gibiydim büzülünce. Onun aksine başımı kendisine çevirdim ve aşağı kıvırdım dudaklarımı. Şimdi konuşma zamanıydı. Dizlerime sarılıp dizlerimden güç alıyordum sanki. Böyle oturmadan konuşamaz olmuştum burada. "Ne zamandır buradasın?" diye yeni bir soru sordum neden sorduğumu bilmeyerek. Yüz siması tanıdık gelmemişti.
Verdiği tek cevap televizyonu izlemeye devam etmek oldu.
Harika.
Demek ki böyle soru sorarak anlaşamayacağım onunla. Madem öyle direkt konuya gireyim. Elimi omzuna yerleştirdim, anında bedenini geri çekti. Öyle ani, öyle hızlı çekmiş, çekerken kaşlarını çatmıştı ki kötü hissetmiştim. Bedenine dokunulmasından rahatsız olduğunu anlamamak için kör olmak gerekirdi. Rahatsızlığını anlayarak hemen elimi çektim ve omzuna dokunuş sebebimi, "Gerçek misin diye bakmak istedim," diyerek açıkladım. "Burada o kadar bunalıyorum ki konuşacak birilerini arıyorum." Başımı yeniden bağladığım kollarıma yaslayıp yüzümü ona döndüm. "Hatta bazen aklımdan birilerini yaratıyorum," dedim kısıkça. "Sen onlardan biri değilsin ama."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALLİCE HALİM ✔
Kısa HikayeAkıl hastanesinde yatan bir kadın. O hastanenin güvenlik görevlisi olan bir adam. Ve bu; onların birbirlerini buluş hikayesi. *Wattpad'de yayımlanan Hallice Halim isimli ilk hikayedir.