"Hiç kuşkum yok; bu çekilen acılar, ilerde konuşacağımız tatlı anılar olacak."
-William ShakespeareBir Yıl Sonra...
Öğrendim ki gündüz sıcağının yerini hiçbir gece tutmazmış.
Gece ısıtmazmış ruhunu, teselli edermiş sadece.
Ben o teselliye muhtaç yaşamıştım aylarca. Geceye sarılmıştım, gecede soluklanmış, Ay'ın gölgesine sığınmıştım. Bana kucak açan sadece gecenin karanlığı olmuştu. İzin vermiştim beni içine çekmesine. İçime karanlığın dolmasına izin vermiştim. Orada kaldığım aylarda kendimden eksilmiştim hep. Daha asabi, daha öfkeli, daha can yakan, daha bencil birine dönüşmüştüm. Kim bu yüzden beni suçlayabilirdi ki? Hiç kimse. Sevdiğim herkesi kaybetmiştim ben. Bunca kayıpla hayatta kalmam bile mucizeydi aslında. Her kadının içinde bir gün dışarı çıkmayı bekleyen o güçlü mucize vardı. Kimi bunu üzüntüsünden sonra keşfederdi kimi ise mutluluğundan sonra... Ama mutlaka keşfederdi. Çünkü bizim içimizde o cevher daima vardı.
Orada kendimden eksilttiğim yanlarımı, oradan çıktıktan sonra onarmaya başlamıştım. Büyük oranda başarılı da olmuştum. Unutmamıştım yaşadıklarımı ama hepsinin üzerine bir yara bandı yapıştırıp ayağa kalkmasını da bilmiştim. Benim şansıma ayağa kalkarken yanımda sürekli varlığını hatırlatan, destek olan bir adam vardı. Ayağa kalkışımı hayranlıkla seyreden, kalkmamdan mutluluk duyan, beni düşürmek istemeyen bir adam... Cemil Alp Sungur. Adındaki asaleti kanında ve sesinde barındıran adam...
Hayatımda ilk defa onun sayesinde saçmalamıştım.
İlk görüşte bana evlenme teklifi eden ona 'evet' demiştim.
Hiçbir saçmalayış kulağa böylesi güzel gelmemişti ama... Hem teklifi kabul eder etmez evlenecek değildik. Öncesinde ikimizin de yapması gerekenler vardı. O tepeden indiğimiz gün ilk işimiz emniyete gitmek olmuştu. İçeri beraber girememiştik. Küçük oyunumuz o günden sonra benim verdiğim sayısız ifadeler, duruşmalar, verilen kararlar süresince devam etmişti. Yine tanışmıyor gibi davranmıştık. Onu vurduğum için yeniden ifade vermeye çağırmışlardı, ancak o zamanlar görüşebilmiştik. O benden şikayetçi olmamış, aksine kimseye çaktırmadan beni savunmuştu. Özellikle tanıştığını söylediği bir komiserle baya uzun uzun konuşmuştular benim davamı.
Beni davalı olarak aldıkları emniyetten davacı olarak çıkmıştım.
Yakup Saruhan'a dava açmıştım. Hem maddi hem manevi tazminat davası... Ondan alacağım 3-5 kuruşta gözüm yoktu. Hoş onu dahi alamayacağımı biliyordum çünkü her şeyin ortaya çıkmasıyla Beril Kara'nın babasıyla olan büyük ortaklıkları bozulmuştu, diğer küçük iş ortakları da ayrıldığında mimarlık şirketi batmıştı. Haberlere düşen ününden sonra onu işe alan da olmamıştı haliyle. Beş kuruşsuz kalmıştı ortalarda. Son duyduğum; o evim diye övündüğü cinayet mahalline bile haciz geldiğiydi. Muhtemelen şu an uzak bir kasabada küçük bir kulübede falan yaşıyordu. Pek sevgili annesi bu kez engel olamamıştı oğlunun çöküşüne... Çünkü ilahi adalet diye bir şey vardı ve o adalet geldiğinde Yakup'un annesi de olsa kimse karşısında duramazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALLİCE HALİM ✔
القصة القصيرةAkıl hastanesinde yatan bir kadın. O hastanenin güvenlik görevlisi olan bir adam. Ve bu; onların birbirlerini buluş hikayesi. *Wattpad'de yayımlanan Hallice Halim isimli ilk hikayedir.